Helal Gıda mı – Helal Kazanç mı?
Erdal Güzel 30 Nisan 2009 Perşembe Dünya üzerinde, değişik inanç ve kültürlere sahip, yedi milyar civarında insan yaşadığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla her kültürün ve inancın, kendine ait yaşam tarzları, beslenme metotları ve gıda tercihleri bulunmaktadır. Bir topluluğun midesini bulandıracak yeme alışkanlığı, diğer bir toplumun iştahını artırabilmektedir. Dünya coğrafyasında, bu tür farklılıkları rahatlıkla görebiliriz. Hindistan’da, kutsal sayılan ineğin etinin yenilmemesi, Müslümanlar ve Yahudiler için domuzun haram olması, kedi ve köpek etinden menüler oluşturan Çinliler, kurbağa ve maymun etinden zevk alan Avrupalılar, böcek türü şeyleri yiyen Uzak Doğulular, genel durum hakkında bizlere bilgi sunmaktadır. Müslümanlar için hangi tür gıdaların yenilip yenilmeyeceği, haram ve helal çizgileriyle ayıklanmış vaziyettedir. Hatta etlerinin yenilmesi helal olan hayvanların, kimler tarafından, ne şekilde kesileceği de İslam uleması tarafından belirtilmiştir. Bu tarzdaki bilgileri, hemen hemen her Müslüman bilir ve bu konuya dikkat edilmesi gerektiğine inanır. Geçen hafta İstanbul Feshane Kültür Merkezi’nde “İkinci Uluslararası Helal Gıda Konferansı” adı altında bir etkinlik yapıldı. Siyasal İslam düşüncesindeki grupların göze battığı bu konferansta, helal ürün sertifikası konusu, enine boyuna tartışıldı. Katılımcılar arasında; Albayrak grubu, Vakit Gazetesi, Hamidiye Kaynak Suyu, Ensar Vakfı, Hilal TV vs. gibi kuruluşların olması, oldukça dikkat çekiciydi. Bu konferansı tertipleyenler, kursaklarımızdan helal gıda geçirmek üzere çaba gösteren insanlar olarak takdim edildiler. Düşüncenin bu gayeyi taşımasını gönülden arzularken, aslında işin bir başka yönüyle de ele alınması gerektiğine inanmaktayız. Şöyle ki; konferansta konuşulanlardan, ortada iki trilyon dolarlık büyük bir pazarın olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen bu potansiyel karşısında iştahların kabarmayacağını söylemek ise oldukça zor görünmektedir. Amaç; Müslümanların helal ürün sertifikalarına sahip gıda yemeleri mi, yoksa iki trilyon dolarlık büyük bir pazar mı? Tarih, dinin siyaset ve ticaret için kullanıldığının örnekleriyle doludur. Yani; dini ticarete tahvil etmek isteyen açıkgözlerin, çok uzun yıllardan beri bu konuda başarıyı yakaladıkları bilinmektedir. Konferansa katılanlar, kişinin dinine uygun şekilde beslenmek istemesinin, en insani hak olduğunu söylerlerken, nedense kişilerin helal parayı nasıl kazanacaklarından söz etmemişlerdir. İşin en zor tarafından bahsetmek, elbette ki günümüzdeki ticaret anlayışıyla çelişmektedir. Helal gıda yemek isteyenlerin, hassasiyet gösterecekleri en önemli konu, kazanılan paranın helal olup olmadığı değil midir? Milleti söğüşleyerek, beytülmalı talan ederek, hak etmediği ücretleri alarak, siyasetin sihirli anahtarı ile kasaları açarak kazanılan paralarla, helal ürün sertifikalı gıdaları yemenin, kişiye hiçbir şey kazandırmayacağı gün gibi aşikârdır. Yalnız; sertifikalı ürünleri satanların, bu alanda kazançlarının olacağını söyleyebiliriz. Bugün tesettür sektöründeki pazardan büyük paralar elde eden sermaye grubunun yeni arayışlara girmeleri, kaçınılmaz olarak görünmektedir. Bundan dolayıdır ki dün olduğu gibi bugün de dinin hassas ve duygusal tarafından paraya ulaşmak isteyenler olacaktır. Müslümanların helal gıdaları yemek için, önce helal kazanç sağlamaları gerekmez mi? Böyle bir hassas durum, niye kimseleri rahatsız etmez de helal gıda sertifikaları üzerine kafa yorulur? Kazançların helalliği konusunda bir sertifika üretmeye var mısınız? Helal kazançlarla temin edilecek helal gıdaların, bir anlam ifade edeceği şüphesizdir. İslami hassasiyet gösteren saf ve temiz Müslümanların, duyguları üzerinden para kazanılacak epeyce bir sektörün bulunduğu, örnekleriyle bilinmektedir. Kâr payı dağıtacağı düşüncesiyle kurulan ortaklıklar, beş yıldızlı otellerdeki tesettürlü tatil sektörü, ünlü mankenlerin sunduğu tesettür defilelerinde pazarlanan giyim sektörü, partizan mücahitlerin keşfettikleri müteahhitlik sektörü, iktidara ulaşmak için dinin kullanıldığı siyaset sektörü, İslamcı medya sektörü, kâr ve zarar ortaklığına dayalı finans kurumları, inanç turizmi bağlamında yedi yıldızlı umre turları vs. gibi din üzerinden dünyalık elde etmek isteyenler için, büyük bir potansiyeli oluşturmaktadır. Birikimlerini holdinglere ve bir finans kurumuna kaptıranlara, “Üzerine bir bardak su için” denmesi, kul hakkına yaklaşımların nasıl olduğunu yansıtması açısından, oldukça çarpıcı ve düşündürücü bir tavırdır. İftira atmak, yalan söylemek, kul hakkı yemek, gıybet etmek, hasetlik yapmak gibi konularda gösterilmeyen hassasiyetlerin, akçeli işlerde gösterilmesi ise sorgulanmaya muhtaç bir çelişki değil midir? Din pazarının kokusunu alan muhteris sermaye sahipleri ile dinden geçinmeyi ilke haline getiren sahte dincilerin ittifakları, yeni saadet zincirlerinin oluşmasına sebep olabilmektedir. Yeni keşfettikleri bu pazarda mutluluk yaşayanlara, yıllar ötesinden efendilerin efendisinin şu mesajlarını hatırlatmak isteriz… “Bir zaman gelecek ki insanlar; yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp, helalini, haramını düşünmeyeceklerdir.”(R.Nasihin) “Malını müşteriye gösterirken, satıcının Allah demesi, Kelime-i Tevhid okuması günahtır. Bunları, para kazanmaya alet etmek olur.” (El-İhtiyar) “Kişileri ölçerken, onların ibadetlerine değil, dinar ve dirhem ile olan muamelelerine bakınız.”(Tirmizi ) Helal kazançlarla yapılacak ibadetin makbul olduğu söylenmesine rağmen, başka alanlarda helalin peşinde koşma görüntüsü vermek, insanları inandırabilir ama kâinatın sahibini asla. |