Türkan Saylan’ın Ardından
Erdal Güzel 21 Mayıs 2009 Perşembe Misyoner, kâfir ve din düşmanı olduğuna karar verdiler. Bir hekim olarak; Cüzam, Lepra ve Behçet hastalıklarına karşı verdiği savaştan hiç bahsetmediler. Başörtülü kızlara burs vermediğini yazarak, eğitime olan katkısını görmezden geldiler. Kendilerinin, başı açık kızlara burs vermediklerinden söz etmediler. Haksız kazanç elde ettiğini, devlet hazinesini boşalttığını söyleyen olmadı. Kemoterapi tedavisinden dolayı dökülen saçları için başörtü takmasını, Allah’ın bir cezası olarak yorumlayıp sevindiler. Hüküm vericinin kim olması gereğini hatırlamadılar. “Ey düşmanım; sen benim ifadem ve hazımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın” şablonu içerisinde taktiklerini geliştirdiler. Atatürkçü, lâik, Cumhuriyet’ten yana olmasını kabul edilir bulmadılar. Meclis kürsüsünde bu kavramları koruyup kollayacaklarına dair ant içtiler. Düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, evrensel insan hakları ve demokrasiden taviz vermeyen yaşam tarzını dinsizlikle bağdaştırdılar. Oysa kendi siyasi gelecekleri için bu tabirleri, amaca giden yolda araç olarak gördüklerini ifade etmekten çekinmediler. Bir cüzamlıyla yemek yeme cesaretini gösteremeyenler ve bir öğrenci okutmak için ceplerinden fedakârlık edemeyenler, onun cehennemde yanacağına dair Allah adına karar verdiler. Biz ve ötekiler ayrışmasının sıkça yaşandığı ülkemizde, kendimizi haklı çıkarmak uğruna, karşımızdakilere; vatan haini, dinsiz, şeriatçı, darbeci, faşist vs. yaftalarını yapıştırmak, neredeyse bir gelenek halinde devam edip gitmektedir. Türkan Saylan’ın ölümü nedeniyle bir takım gazete ve dergilerde yayınlanan yazılar ile internet ortamında geçen mesajlara bakacak olursak, bu çirkin yaklaşımların sürdüğünü görmekteyiz. Türkan Saylan’ın ölümü, evrensel insanlık normlarında birleşen ve temel düşüncesi insan olan her kesimi, elbette ki müteessir kılmıştır. Çünkü ölen; bir annedir, bilim kadınıdır, öğretmendir, doktordur, sorumluluk hissi taşıyan bir insandır. Ömrünün büyük kısmını frengi ve lepra hastalığı ile mücadelede geçirmiş, binlerce hastayı hayata kavuşturmuş bir insanın, hizmetlerinin karşılığının Allah katında makbul olmayacağını kim söyleyebilir? Rahibe Teresa binlerce hastaya şifa dağıtırken, onların Müslüman olup olmadığına herhalde bakmıyordu veya ondan yardım uman Müslümanlar, Rahibe Teresa’nın Hıristiyanlığını düşünmüyorlardı. Tedavi olmak için, devlet imkânlarıyla Hıristiyan dünyasından şifa arayanların, bu konuda söyleyecek neleri olabilir? Fikirlerimiz uyuşmayabilir, dünya görüşlerimiz farklı olabilir, bu özelliklerimiz bize kimseleri düşman etmek veya onların yaptıkları müspet hizmetleri inkâr etme hakkını verebilir mi? Türkan Saylan, kendi inandığı ilkeler uğruna, kıvırmadan, takiyye yapmadan, fedakârca ve cesurca bir mücadele vermiştir. Otuz altı bin öğrencinin okutulmasına ön ayak olmuş, binlerce cüzamlı hastaya şifa dağıtmış bir yaşamı teğet geçeceğimiz, herhalde düşünülemez. Bir topluluğa olan kinimiz, bizi adaletten ayırmayacağına göre, toplumsal sorumluluk taşıyan bir vicdanın aramızdan ayrıldığına üzüldüğümüzü söyleme olgunluğuna erişebilirsek, bu ülkede sevgi ve barış tohumlarını yeşertebiliriz. Halkının %99’unun Müslüman olduğu ülkemizde, bir cenazenin ardından on binlerce insan yürüyorsa ve ölenin ardından son derece müspet şeyler söylüyorlarsa, bunun bir anlamı olmadığını söylemek mümkün mü? Bizim inandığımız “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını, Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecek olmasıdır.” Kalplerde olanı ise hesap gününün sahibi, Allah’ın bilmesidir. |