Bosna’da Acı, Hüzün ve Gurur
Erdal Güzel 15 Temmuz 2009 Çarşamba Gökyüzü kapanık ve hüzünlü, insanın içini karartan bir hava var Saray Bosna’da, akşamdan başlayan yağmur aralıksız devam ediyor. Hiç alışık olmadığımız bir biçimde yağan yağmur, sanki insanlara bir şeyler anlatıyor Beş yaşındaki kardeşini savaş sırasında şehit veren Bosnalı rehberimiz Necat Ahmetoviç, her Temmuz ayının on birinde yağmurun bu şekilde yağdığını söylerken gözleri doluyor. 1992 – 1995 yılları arasında, Avrupa’nın göbeğinde Sırp ve Hırvat katillerin Müslümanları nasıl katlettiklerini anlatmaya başlıyor. 1995 yılının 11 Temmuz’unda, Srebrenica’da gözü dönmüş Sırp kasaplar, topladıkları çocuk, genç ve yaşlı Bosnalı Müslümanları acımasızca şehit etmişlerdi. Dünyanın soykırım olarak kabul ettiği bu insanlık dramında, resmi kayıtlara göre sekiz bin üç yüz Müslüman Boşnak kurşunlanmış ve toplu mezarlara gömülmüşlerdi. Bugün 11 Temmuz 2009, katliamın üzerinden tam on dört yıl geçmiş, Bosnalı Müslümanlar, gözyaşları ile bu acı olayı tekrar hatırlıyorlar. Srebrenica’daki katliama göz yuman sekiz yüz Hollandalı asker ile Sırpların cinayetlerine ortak olmak için Yunanistan’dan gelen Yunan kasapların yaptıkları, Bosnalı Müslümanların unutamadıkları diğer bir konu. Ahmet diye hitap ettiğimiz rehberimiz, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından, 1992 – 1995 yılları arasında Bosna’da yaşanan olayları bütün detaylarıyla anlatırken, bizlerde kendi aramızda bir takım yorumlarda bulunuyor, dünyanın dört bir tarafında Müslümanlara karşı sistemli bir şekilde yapılan soykırımları ve insanlık suçlarını bir bir gözümüzden geçiriyoruz. Gazze’de yaşananlar, Bosnalı Müslümanların başına gelenler, en son Uygur Türklerine karşı girişilen alçakça saldırılar, hepimize küfrün tek bir millet olduğu gerçeğini bir kez daha teyit ettiriyor. 11 Temmuz 2009 Cumartesi günü, Bosna sokaklarında yağan yağmur altında geziyoruz. Zannedersiniz ki gökyüzü insanlık adına gözyaşlarını boşaltıp, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve soykırıma uğrayan Bosnalı Müslümanların duygularına eşlik ediyor. Saray Bosna’da sessizlik hâkim, Bosnalı Müslümanlar, on dört yıl önce yaşadıkları acının tazeliğini yüreklerinde hissediyorlar. Müzik ve korna sesi asla duyulmuyor, camii hoparlörlerinden ve genel anonslardan devamlı “Yasin-i Şerif” ve dualar okunuyor, etrafta derin bir üzüntü ve sessizlik hâkim. Savaş sırasında Bosnalı Müslümanlara en büyük yardım ve desteği veren Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak, duyduğumuz kıvanç anlatılır gibi değil. Her karış toprağında Müslüman Türk’ün kültürünü yansıtan Osmanlı eserlerinin arasından geçerken, Osmanlı’nın torunları olarak son derece gururlanıp, ecdada saygı ve şükranlarımızı yürekten tazeliyoruz. Yaralarını yavaş yavaş saran ve acılarını yüreklerine gömen Bosnalı Müslümanların, 1992 – 1995 yılları arasında yaşadıkları inanılmaz sıkıntılar, bizlere bu olaylardan bir takım dersler çıkartmamızı hatırlatıyor. Bembeyaz mezar taşlarının süslediği şehit mezarlıklarına uzaktan bakıldığı zaman, beyaz kefenler içerisinde kıyama kalkmış on binlerce “Evlad-ı Fâtihân”ı görür gibi oluyorsunuz. Binlerce şehidin arasında, mütevazı bir mezarda yatan bilge lider İzzet Begoviç’in başucunda duyguları kelimelere dökmek ise asla mümkün değil, yalnız dua ve kalbi muhabbet her şeye yetiyor. Travnik’te şanlı ecdadın miras bıraktığı tarihi camide, Cuma namazını kıldıran İmam’ın hutbe konusu da 11 Temmuz 1995 yılında Sırplar tarafından soykırıma uğrayan, Srebrenica’daki Müslümanlarla ilgiliydi. Travnik’in Orta Çağ’dan kalan kalesinden vezirler şehrini seyrederken, Yahya Kemal’in “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik / Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle! / Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle” “Cennette bugün gülleri açmış görürüz de / Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde” mısraları, dudaklarımızdan dökülüyordu. Savaş başladığında hiçbir hazırlıklarının olmadığından bahseden Ahmet, kendilerini savunacak ordularının ve silahlarının olmadığının altını çiziyor. O günlerde gıda bulamadıklarını, kısaca hazırlıksız yakalanmanın çaresizliğini anlatırken, “Keşke!” diyordu. Bu yaşanacakları önceden tahmin edip, canımızı, namusumuzu koruyacak silahlı bir güç oluşturmuş olsaydık, bu acıların belki de çoğunu yaşamamış olacaktık. Hatırlanacağı üzere 1992 – 1995 yılları arasında cereyan eden Bosna Savaşı’nda, Sırp ve Hırvatlar tarafından iki yüz bin Boşnak şehit edilmiş, kırk bin Müslüman kadının ırzına geçilmişti. Tecavüz edilen Müslüman kadınlar, Sırp çocuklarını doğursunlar diye, toplama kamplarında aylarca bekletilmişlerdi. O günlerde Bosnalı Müslüman kadınların “Bize doğum kontrol hapları gönderin” diyen feryatlarını, nasıl unutabiliriz? Gördüklerimiz, duyduklarımız ve okuduklarımızdan, güçlü devleti ve ordusu olmayan milletlerin başlarına neler gelebileceğini bir kez daha düşünüp, imkânsızlıklar içerisinde yedi düvele karşı savaşarak, bizlere bağımsız bir devlet bırakan, Milli Mücadele kahramanlarını rahmetle yâd ediyoruz. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu trajik olaylar, elbette ki insanlık adına utanç verici, kara bir leke olarak, tarih sayfalarında yerini almış bulunmaktadır. İnsan hakları ve demokrasi adına ahkâm kesen emperyalist ülkelerin, dört yıl boyunca Bosna’da yaşanan vahşete seyirci kalmaları ise niyetlerinin ne olduğunu, mazlum milletlere iyice göstermektedir. Srebrenica katliamının on dördüncü yılı dolayısıyla, dünyanın neresinde olursa olsun, katliam ve soykırıma uğrayan mazlum milletlerin acılarını yürekten paylaşıyor, Gazze’de, Sincan’da, Hoca Ali’de, Bosna Hersek’te şehit olanlara Allahtan rahmet diliyoruz. |