Menu


Hava Durumu



   Haftalık Yazılar

Güz Gelince..

Erdal Güzel 27 Eylül 2009 Pazar

Palandöken’e mevsimin ilk karı yağdı.

Yedi dağa bir bağa hesabıyla, kışa sayılı günler kaldı.

Baharla birlikte, Erzurum sazlığının kalıntılarına gelen göçmen kuşlar, şehri çoktan terk ettiler.

Leyleği havada görenlerin yolculuk hayalleri gerçekleşti mi bilinmez ama hacı leylekler geldikleri Nil havzasına geri döndüler bile.

Erzurum halkı; kader yazgıları kışı, yine vefalı kargaları ile birlikte geçirecek.

Kışın habercileri kızılcık ve kuşburnular bakkal tezgâhlarında yerlerini alarak, şurup ve pelte yapılmak üzere evlere yavaş yavaş taşınır oldular.

Erzurumluların dolmasını ve kavurmasını yaptıkları, turşusunu vurdukları şalgam, o kadar emeğe rağmen, sudan ucuz fiyatlarla piyasada arzu endam etmeye başladı.

Fakir fukaranın kışlık güvencesi soğan ve patatesler, yerleştikleri evlerde yine yüzleri güldürüyor.

Merhum Ketencizade’nin “Güz Destanı” adlı şiirini aratmayan cinsten kış hazırlıklarının yapıldığı evlerimizden, kültürümüzü yansıtan mahallelerimizden bir eser kalmasa bile, güz gelince kış hazırlıklarının yapıldığı o günleri ve o telaşı hâlâ yaşarız.

Plastik, emaye, teflon gibi kavramlar mutfaklardan içeri daha girmemişlerdi, mutfaktaki tereklerde kalaylı kaplar, serpuşlu sahanlar pırıl pırıl ışıldayarak göz kamaştırırlardı.

Saklanması lazım gelen her yiyecek değişik metotlar kullanılarak bozulmadan muhafaza edilirdi.

Evlerdeki kilerler zaten soğuk hava deposu gibiydiler, tel dolapları buzdolaplarının işlevini yaparlar, şalgam, patates kuyulara gömülür, lahana, mısır, sarımsaklar tavandan asılırlardı.

Kapı önlerinde yanan ocaklarda hazırlanan kışlık kavurmaların mahalleyi saran kokusu, komşulara bakır taslarda dağıtılan göz hakları, çocukların ekmeklerini bandıkları tirit suyundaki o lezzetler, ne yazık ki bencil mangal kültürüyle yok olup gitti.

Şairin “Erzurum’un kışı zorludur balam” mısralarını doğrularcasına, Erzurumlu kışa zorlu, bir o kadar da heyecanla hazırlanırdı.

Evlerdeki anneanneler ve babaanneler, yünden ördükleri çorap ve eldivenlerle, torunlarına sevginin sıcaklığını aktarırlardı.

Söğütlünün lahanası, Hasankale, Akdağ ve Iğdasor’un salatalığı ile hazırlanan turşular büyük küplere vurulur, evin en serin yerinde, esas duruşta bekleyen askerler gibi yan yana dizilerek muhafaza edilirlerdi.

Bunlara birde muşmula turşusu eklendi mi keyifler yerinde demekti.

Turşunun bizim ailede yaşanmış bir hikâyesi var; rahmetli nenem turşuları hazırlarken, başından geçen tarihi bir olayı bizlere anlatmadan edemezdi.

İşgal yıllarında Ermeni askerleri bizim eve gelmişler, nenem o zamanlar altı yedi yaşlarında bir çocukmuş, askerlerden biri turşu küplerinin içine elini sokunca, ruhunda temizlik olan nenem, “Çek o pis elini, turşuyu murdar ettin” diye feryat etmişte, Ermeni askerinin süngüsünden canını zor kurtarmış.

Kış hazırlıkları konusunda bizim evimizin de mahallenin diğer evlerinden çok farklı bir durumu olmazdı.

Çeşitler azdı, maddi imkânlara göre miktarlar fark ederdi, farkı fark ettirmemek ise töredendi.

Kar yere düşer düşmez, kavaflardan getirilen mest lastiklerin ayaklardaki ilk denenişi çokta zevkli olurdu, altları kösele olan mestleri giyer giymez, halıların üzerinde kaymaya başlardık.

Düşünüyorum da Erzurum gibi iklim şartlarının zor olduğu bir coğrafyada, o günlerde mest lastikten daha mantıklı bir ayakkabı çeşidi yoktu.

Kaymaz, su geçirmez, üşütmez, abdeste büyük kolaylık sağlayan ve evde terlik fonksiyonu gören mest lastik güzel bir tasarım olarak hâlâ kullanılmaktadır.

Kavaflardan her geçişte, vitrinlerde asılı duran mestlerin kaybolmadığını görünce, rahat bir nefes alır pekte mutlu olurum.

Daha sonra, içi muflonlu, dışı lastik, şoson ismi verilen yarım botlar çıkmıştı da mest lastik tahtını ona kaptırmamıştı.

Rahmetli babam namuslu, helâl rızk peşinde koşan, ölçülü bir devlet memuruydu, o da kendi imkânlarına göre evimize kış hazırlığı yapardı.

Köyümüzden gelen tereyağlarını annem eritince, eve misler gibi kokular yayılırdı, içi samanla dolu tahta sandıklara özenle yerleştirilmiş yumurtaların çatlak ve sağlamlarını ayırma faslında, çatlamış yumurtalardan yeni tereyağıyla bakır sahanda pişirilen kaygana, yorgunluğun üstüne ilaç gibi gelir, nasıl da lezzetli olurdu.

Pirinç, fasulye, bulgur, gendime, mercimek, çay, şeker, un ve helva, kilerin olmazsa olmazlarıydı.

Bazı evlerde yapılan sucuklar ise kurutulmak için asılan duvarlarda, inci gerdanlıklar gibi dururlardı.

Sabah kahvaltısının vazgeçilmezi göğermiş peynir tuluklara vurulur veya hazır olarak güvenilir tanıdık yerlerden sipariş edilirdi.

Gül, vişne ve kaysıdan yapılan reçeller konuldukları cam kavanozlarda rengârenk görüntüler oluşturur, şekersiz dalak balları tenekelerle veya çerçevelerle evlerde bulunurdu.

Meyve kurularının yanında köme ve pestil bazı evlerde olurdu.

Hele odun ve kömür yazın sıcak havada alınıp eve taşınmışsa, boyanmış, elden geçirilmiş, boruları temizlenmiş soba da evdeki yerini almışsa, kıştan kim korkardı ki?

Havamız, suyumuz, ekmeğimiz temizdi, lisanımız kirlenmemişti, arsız apartmanlara taşınmamıştık, alt ve üst komşular tanımlarını bilmezdik, evlerimiz dostluklarımız gibi sağlam ve omuz omuza idi, baca kapılarımız komşuya, cümle kapılarımız sokağa açılırdı.

Değişen iklim şartları gibi her şeyimiz değişti demeye, varmıyor dilim.

Aza kanaat etmek, çoğu paylaşmak, kederde ve sevinçte bir olmak, kıskanmadan, bühtan etmeden yaşamak, özde ve sözde doğru olmak, töremizdi bizim.

 

 


Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK)
Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM Telefon : (0442) 233 38 20
Tasarım : www.e-erzurum.net