Habur’daki Kepazelik
Erdal Güzel 27 Ekim 2009 Salı Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni zayıf düşürüp, gücünü kırmak düşüncesiyle eli kanlı bir terör örgütü kurup, dağa çıktılar. Suyunu içip ekmeğini yedikleri vatan toprağını, bölüp parçalamayı ilke edindiler. Otuz yıl içerisinde ülkeyi iki yüz milyar dolar zarara uğratıp, otuz bin masum insanı hunharca katlettiler. Yaktılar, yıktılar, kundaktaki bebeklere kurşun sıktılar. Okulları, karakolları, işyerlerini, evleri, araçları bombalayıp kundakladılar. Yollara haince mayınlı tuzaklar döşeyip, binlerce insanımızın ölmesine veya sakat kalmasına sebep oldular. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi sınırları içerisinde ayrı bir devlet kurma isteklerini, her fırsatta dile getirip haritalar bastırdılar. Emperyalist güçler tarafından beslenip kışkırtıldılar. Şimdi; hiçbir şey olmamış gibi, af dilemeden, pişmanlık belirtmeden, barış için geldiklerini söyleyerek, baş tacı edildiler. Kendileri için kurulan Mahkeme-i Seyyare tarafından, güya sorgulanıp serbest bırakıldılar. Neredeyse, kendilerine Antalya’daki yedi yıldızlı otellerde tatil yapma imkânı sağlanacak, isterlerse de İmralı’ya götürülüp, efendilerinin elini öpme fırsatı verilecekti. Otuz dört eşkıyanın Habur Sınır Kapısı’ndan girmeleriyle başlayan sinir bozucu kepazelik, bu ülkede barış, huzur ve kardeşlik duyguları içerisinde yaşamak isteyen vicdan sahibi her vatandaşın içini sızlatırken, “Bu kadarına da yuh” dedirtmiştir. Militan kıyafetleri ile arenadan zaferle çıkmış bir gladyatör edasında poz veren baldırı çıplakların, barış değil, fitne ve fesat tohumları getirdiklerini, hain kafaların dışında her kesim görmüş ve anlamıştır. Habur, ve Diyarbakır’daki küstahça tavırlar, niyetlerin; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu çirkin görüntüler; “Köpekleri salıp, taşları bağlamışlar” sözünü doğrularcasına, hiçbir yoruma mahal bırakmayacak cinstendir. Binlerin katıldığı gövde gösterisinde taşınan bayraklar, atılan sloganlar, meydan okumalar, hangi barış tarifi içerisinde değerlendirilecek? Bilinen o dur ki; “Sıkılmış yumrukla, asla toka yapılamaz”. Faşist bir ırkçılık asabiyesiyle istenen kültürel haklar, nasıl bir demokrasi anlayışı ile bağdaşabilmektedir? Ulusal gururumuzu inciten bu garip gelişmeler, toplumsal hassasiyetin endişe verici boyutlara tırmanmasına sebep olurken, pazarlıklar neticesinde ortaya sürülen projelerin de sağlıklı yol haritaları taşımadığını gözler önüne sermiştir. Ermenistan’la flört uğruna, Azerbaycan bayraklarının yerlere atılmasına göz yumanların, İstanbul camilerine asılan mahyalardan rahatsızlık duyanların, Sincan’da demokrasiye balans ayarı yapanların, E – Muhtıraları verip sözlerinin arkasında durmayanların, Habur’da yaşananları içlerine nasıl sindirebildiklerini de anlamış değiliz. Oyuncak bebek ve baklava çalanlara verilen cezaların, organize suç örgütü mensuplarına verilmediğini görmek ise toplumun hukuka olan inancını sarsmıştır. Tatsız görüntüler, ülkenin bölünmez bütünlüğü karşısında çocuklarını toprağın kara bağrına veren gözü yaşlı, bağrı yanık şehit ailelerini ve bu uğurda gözlerini, el ve ayaklarını kaybeden gazilerimizi derinden yaralamıştır. Erzurum Şehit Aileleri Derneği’nin, kapısına kilit vurarak: “Bundan böyle adresimiz Karskapı şehitliğidir” demeleri ve şehitlikte madalyalarını ilgililere iade etmek için yere bırakmaları, barış yolunun nereden geçmesi gerektiğini hatırlatır niteliktedir. Ülke genelinde verilen tepkiler, şehit aileleri ve gazilerin rızası olmadan, milletin mutabakatı sağlanmadan, barıştan söz etmenin mümkün olmadığını göstermektedir. Halkının yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’miz de “Müminler kardeştirler” prensibi içerisinde, hukuku ve demokrasiyi önde tutarak, ay yıldızlı bayrak altında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hür vatandaşları olarak, barış içerisinde yaşamak şansını oluşturabiliriz. Hükümetimizin; uzun süreden beri üzerinde çalıştığı “Barış Projesi”, bu haddi aşan davranışlardan sonra, “Barışa Son Veren Barış” olarak tarihe geçebilir. Son yıllarda yaşadıklarımıza bakılırsa, yakında bir takım sürpriz gelişmelerle karşılaşabileceğimiz söylenebilir. Mesela; barışa katkılarından dolayı, kanlı örgütün çete başına “Nobel Barış Ödülü” bile verilebilir. Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Alevi Açılımı, Ermenistan Açılımı derken, açıldıkça açılıp, saçılıyoruz. Ülkemizde yaşanan gerçekler, hiç bir tevil’e yer bırakmayacak şekilde açıktır. Ne diyelim; “Buyurunuz size durum, bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum” |