Menu


Hava Durumu



   Haftalık Yazılar

Mumcu Caddesi-3

Erdal Güzel 21 Mart 2010 Pazar

Ahşap olan Kurtuluş İlkokulu’nun içerisindeki çeşme, bugün okulun dışında sularını cömertçe akıtmakta…

Etrafında birkaç kavak ağacının ve ortasında çeşme bulunan Mahallenin garip gurabasının oturdukları yerde, şimdi apartmanlar yükselmiş.

O fakir evlerde yaşayanlar, kaybolan evleri gibi bir bir gözden kaybolup gittiler.

Gözlüklü, çok güzel konuşan yoksul bir nenemiz vardı, onu “Tonton Nene” diye bilirdik.

Mumcu Mahallesi’nde beraber yaşadığımız, hallerinden haberdar olduğumuz fukara evlerinden geriye, hemen hemen hiçbir şey kalmadı.

Yalnız, apartmanların arasında tek katlı küçücük bir evi olan Melek Abla gitmeye pek niyetli değil.

Melek Abla’yla aynı kaderi paylaşan Nebahat Abla da küçük evi yıkılmasına rağmen, mahalleyi bir türlü terk edemeyenlerden…

Mahallenin ikilisi olan bu ablalardan Melek Abla kahverengi, Nebahat Abla’da beyaz ehram giyerek dolaşırlar.

Onların mahallede olmalarını görmek, tatlı dilleriyle yaptıkları duaları duymak, bize farklı bir mutluluk verir.

Ehramı ve mest lastikleriyle görmeye çok alıştığımız Melek Abla’nın, bu yıl bir hayırseverin yardımıyla vekâleten Hacca gitmesi, bizi ne kadar da memnun etti. 

Ankara Sokağın en renkli siması Nevriye, ağzında sigarasıyla hâlâ çöp evinde tek başına yaşıyor.

Geçen kış donmak üzereyken bulunan Nevriye, hastaneye kaldırılarak bir müddet tedavi edilmişti.

Nevriye’nin yokluğundan dolayı evine giren belediye görevlileri, bir kaç kamyon çöp çıkardıklarında ev çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, bu durumda resmi prosedür gereği ev yıkılmıştı.

Nevriye hastaneden çıkmadan ona bir ev tutmak gerekiyordu, mahallenin muhtarı ile birlikte Ankara Sokağın içerisinde bir göz odadan oluşan barakamsı evi tutup, ev sahibiyle anlaşıp, işi başından halletmiştik.

Aylığı 60 TL’ye tuttuğumuz evde iki yaşlı çift yaşıyordu, kendilerine Oltulu Nene ve Oltulu Dede diye hitap ettiğimiz bu sevimli ihtiyarlar, Ankara Sokağın vazgeçilmez renkli kişilikleriydi.

Dede el arabasıyla işe çıkar, topladığı hurdaları satarak geçimlerine katkı sağlamaya çalışırdı.

Sigarası ağzından düşmeyen dede, bir müddet sonra hastalandı, yürüyemez oldu, birbirlerini seven bu tatlı ihtiyarların düzenleri de bozuldu.

Oysa o fakirliklerine rağmen birbirlerine destek olup, çokta güzel yaşıyorlardı.

İşler iyi gitmişse, dede ile nene süslenir, yandaki lokantaya giderlerdi.

Dede hastalığa fazla direnemedi, çok sevdiği neneyi bırakarak dünyayı terk etti, Oltulu Nene bir müddet Ankara Sokak’ta oturduktan sonra mahalleden göçtü, ara sıra gelip uğrayan nene, birkaç yıldır görünmez oldu.

Bir gün; dede sokağın köşesinde, köyünden getirdiği beş on tane bal kabağını satmaya çalışıyordu “Hayırdır dede?” diye sorduğumda, “Nenenin hastalığını tedavi ettirmek için paraya ihtiyacı olduğunu, bu yüzden tezgâh açtığını” söyleyince, ne kadar da üzülmüştük.

Ankara Sokağın başındaki taksi durağında taksi işleten Fikret Ağabey, belediyeden emekli olmuş, zamanında belediye başkanları Hilmi Nalbantoğlu’nun ve Orhan Şerifsoy’un makam şoförlüklerini yapmıştı.

Bir trafik kazasından dolayı ekmek teknesi olan arabasını kaybeden Fikret Usta, Yenişehir’de oturmasına rağmen, sık sık Mumcu’ya gelerek esnafla hasret giderme alışkanlığını sürdürmekte.

Durağın bir başka taksicisi Ersin de geçim sıkıntısı yüzünden eski model arabasını satarak, zor da olsa bir özel firmada iş bulup, çarşıyı terk etti.

Tespihle fal bakan Elmas Nene de bu muhitin en popüler simaları arasındaydı.

Emel Sayın’a bıçakla saldıran Deli İrfan’da Ankara Sokağın mukimlerindendi.

Oldukça şık giyinen A. Kadir Eryurt Bey, Ermeni ustaların Mumcu’da altın eriten ve mum yapan işyerlerinin olduğundan şıkça bahsederdi.

Ankara Sokağın diğer köşesinde Çerkezlerin evlerinin altında ayı yavrusu besleyen rakıcı Fuat’ın Tekel bayii, Cahit ve Sakıp Altınay’ların “Ne ararsan bulunur” cinsinden görülmeğe değer bakkal dükkânları yer alırdı.

Çerkezlerin arsalarını alan İspirli Korkmaz ve Yeşilyurt aileleri, buraya gösterişli bir iş hanı yaptırarak, caddenin görüntüsüne güzel bir katkıda bulundular.

Ondülacı Refika Erk Abla’nın bulunduğu yer, “Dişçi Vehbi’nin Apartmanı” olarak cadde üzerinde tanınırdı.

Apartmanın zemin katındaki mağaza bir müddet Cevdet Temiz ve Fikret Bayraktutan tarafından oto galeri olarak çalıştırılmıştı.

Işılay Mağazası; Necati ve Cevat Usta’ların emekli hallerini yansıtır görüntüsüyle, çarşının halini anlatır gibi ayakta durmaya gayret gösteriyor.

Topalan kardeşlerin en büyüğü olan rahmetli Yusuf Usta, çarşının en erken gelen esnafıydı.

Sabah erkenden gelir, kapısının önünü süpürür ve sulardı, kaldırımda bulunan ağaca omzunu dayayan Yusuf Usta, tüttürdüğü sigarasıyla uzaktan fark edilirdi.

Uzun yıllar, ben ve doktor olan ağabeyimle kirada oturduğumuz Leylioğlu Apartmanı, İş Ocağı’ndan emekli olan Bobinajcı Sıtkı Usta’ya aitti.

Geçirdiği çok ağır bir trafik kazasından dolayı Sıtkı amcanın bir ayağı aksardı,bu münasebetle de bastonsuz dolanmazdı.

Altında iki dükkânı olan bu binada, bizden önce ayakkabıcı Cevdet Sabırlı Abi ve Standart Kuru Temizleme’ci vardı.

Karadenizli Rahmi Genç ve çocuklarının işlettiği bu temizlemeci dükkânı, daha sonra caddenin karşısına taşınmıştı.

Bu iş yerini Trabzon’dan gelerek devralan Rıfat Serdar, caddenin en çalışkan esnafı olarak, ekmek teknesinin başında alın teri ile çalışıyor.

Yıllar önce simsiyah saçlarla Erzurum’a gelen Rıfat, bugün bembeyaz olmuş saçlarıyla, çarşının dünü ve bugününü yansıtıyor gibidir.

Leylioğlu Apartmanı’nın zemin katında yirmi yıla yakın eczacılık yaptım, hatıralarla dolu bu dükkânı terk ederken, sanki duvarlar benimle konuşuyordu.

Bir defasında da en üst katta radyosu bulunan gazeteci rahmetli Temel Aydın’ın suları açık bırakmasıyla, kış vakti anlatılmaz bir sıkıntı yaşamıştık.

Leylioğlu Apartmanı’nın üçüncü katında Bekir (Yetişkin) Usta otururdu.

Motor ustası olan Bekir Usta, son derece bakımlı, şık ve temiz giyinen, işinin ehli, ilerlemiş yaşına rağmen güçlü fiziği ile dikkat çeken bir komşumuzdu.

Bekir Usta’nın, Kazım Karabekir Paşa’ya ait olduğu söylenen, eski model BUICK marka gösterişli bir arabası vardı.

Kapının önünde duran bu arabanın oldukça fazla müşterisi olurdu, Bekir Usta gözü gibi baktığı arabasına iyi fiyat verilmesine rağmen, satmaya yanaşmazdı.

Bir Cumartesi günüydü, eczanemiz nöbetteydi, sabah namazından sonra apartmandan feryat sesleri yükselmişti.

Eczanemi kilitleyip hemen üst kata çıktığımda, ağlama sesinin Bekir Usta’ların evden geldiğini anlayıp içeri girdiğimde, Bekir Usta’nın seccadesinin üzerinde son nefesini vermiş olduğunu görmüştüm.

Şimdi Mumcu Caddesi’nde ne Bekir Usta’dan, ne de satmaya kıyamadığı BUICK marka arabasından eser var.

Eczacılık serüvenimin büyük bir kısmını yaşadığım bu işyerine ilk taşındığım zaman, caddedeki tüm doktorlara “Ağabeyi” diye hitap ederdim, zaman öyle çabuk akıp gitti ki caddedeki doktorlar bize “Ağabeyi” diye hitap etmeye başladılar.

Geçen zaman, kaybolan yıllar, Karacaoğlan’ın; “Bir kız bana emmi demiş neyleyim” dizelerini insana hatırlatıyor.

Şahinler ailesine ait olan arsanın Mumcu Caddesi’ne bakan cephesinde, irili ufaklı beş tane dükkânda çeşitli iş kollarında faaliyet gösteren esnaf, caddeye renk katardılar.

İller Bankası’ndan ayrılıp, elektrik işi yapan rahmetli Turgut Ağ’ın küçücük dükkânı, bu sıra dükkânların ilkiydi.

Turgut Ağabeyi ekmeğini taştan çıkaran, güzel ahlâklı, temiz, çalışkan bir insandı.

İşlerini tam yoluna koyacakken genç yaşta aramızdan ayrılması, çarşıdaki esnafı derinden üzmüştü.

Turgut Ağabeyi’nin komşusu, “Kara” lakaplı Ciğerci Selahattin Usta’ydı, kışın camları buzdan görünmez olan bu ciğerci dükkânının bitişiğinde, Kafkas göçmeni olan ve Kars’tan şehrimize gelen Yunus Amca’nın, yağ, bal, kaşar peyniri satan iş yeri vardı.

Gün görmüş, temiz ahlâklı olan Yunus Amca’ya, çarşı esnafı “Ay Gardaş” diye hitap ederlerdi.

Sabah dükkânını açan Mumcu esnafının ilk işleri, çaylarını demledikten sonra Ay Gardaş’ın dükkânına uğrayıp, 50 gr yağ, 100 gr bal, 150 gr kaşar peyniri alarak, tadına doyulmaz sabah kahvaltısı yapmalarıydı.

İlk eczanemin olduğu yerden dolayı, rahmetli Yunus Amca’yla birkaç yıl doyumsuz komşuluk yapmıştım.

Eczanemin yanındaki şekerci dükkânını Ömer Yüncü Ağabeyi çalıştırırdı, “Kömür Ömer” diye bilinen Ömer Ağabeyi, Palandöken Futbol Takımı’nın yöneticisiydi, genç futbolculara olan maddi desteği ve yardımları her türlü övgünün üzerindeydi.

Ağzından sigarası düşmeyen Ömer Ağabeyi, kardeşleriyle birlikte şeker imal ederler ve bölgeye satış yaparlardı, dükkânın içerisi rengârenk Erzurum akideleriyle doluydu.

Ömer Abi’nin komşusu ise kuruyemişçi Bayburtlu rahmetli Hacı Halis Emi’ydi.

Bayburtlu İbişoğulları’ndan olan Halis Emi, çarşı esnafının en çok şaka yaptıkları hoş bir insandı.

Şalvar pantolon giyen Halis Emi, sabah erkenden eleklerini dışarı çıkarır, fıstıklarını elerdi.

Yaz aylarında evden yaptırıp getirdiği buz gibi limonatanın tadına doyum olmazdı.

Şakaların en çok yapıldığı Ramazan ayında Halis Emi’ye akla hayale gelmeyen muziplikler yapılırdı.

Halis Emi’ye şaka yapacak olanlar, bir Ramazan günü iftara yakın bir saatte müşteri pozisyonunda birini Halis Emi’ye gönderirler. Müşteri rolündeki adam Halis Emi’den her çeşit kuru yemişten ayrı ayrı 250 gr tartmasını ister, Halis emi küçük kese kâğıtlarına ayrı ayrı koyduğu paketlerin hesabını yaparken, adam Halis Emi’ye, “Bunların hepsini büyük bir torbaya koyup karıştırırsanız daha iyi olur” der. Paketleri büyük torbaya döküp karıştıran Halis Emi, adamın: “Hacım kusura bakma, yanıma para almamışım, onları alamayacağım” demesi üzerine çılgına döner.

Kuruyemiş dükkânından Camii Sokağa girerken, köşede Tikkirli Lütfü Bingöl Amca’nın iki katlı eski yapı evi vardı.

İriyarı ve sarışın olan rahmetli Lütfü Amca, eczane nöbetteyken evden çay demletir bize ikram ederdi, çayın yanında kete ve çöreklerde eksik olmazdı.

Camii Sokağın başında iki tane taksicimiz vardı, Murat 124 marka arabasıyla ekmeğini bekleyen “Kaptan” lakaplı Sönmez, uzun yıllar İstanbul’da kalmış ve Erzurum gelmişti.

İstanbul şoförleri jargonundan taviz vermeyen kaptan, devamlı arıza veren arabasıyla yine de ayakta kalmaya çalışırdı.

Yaşı geçmiş olan kaptan, hayırsever arkadaşları vasıtasıyla mutlu bir evlilikte yapmıştı.

Kaptanın meslektaşı Nihat’ın arabası daha modelliydi ve bakımlıydı.

Her ikisi de rahmetli olan bu komşularımızın boş olan durakları, bugün her geçtiğimizde yüreğimizi burmakta.

 DEVAM EDECEK…

 

 


Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK)
Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM Telefon : (0442) 233 38 20
Tasarım : www.e-erzurum.net