Yine mi Türban, Yine mi?
Erdal Güzel 25 Ekim 2010 Pazartesi Terör ve Türban! Son otuz yıldan beri ülke gündeminden düşmeyen, siyaset dünyasının bitip tükenmeyen sermayeleri. Onlar siyasetin yaşam iksirleri, vazgeçilmezleri. Biri kaybolurken, diğeri yükselişe geçiyor. Her ikisinin de ortak bazı özellikleri yok değil. Toplumun tümü ve siyasetçilerin hepsi çözüm istiyor, ama nasıl oluyorsa ülkede ne terör belası bitiyor, ne de türban gerginliği. Terör üzerinden siyaset gütmek, türban konusunu siyasi ranta dönüştürmek, neredeyse siyasetin bir geleneği haline geldi. “Buyurun çözün, elinizi kolunuzu bağlayan mı var?” dendiğinde, “Konuyu çözeceğiz” diyenler, birden tavır değiştirerek işi kördüğüm haline getirip, hayallerin bir başka bahara kalmasını sağlıyorlar. Geçmiş dönemlerde, Erzurum’un ilçelerinden birinde uzun yıllar belediye başkanlığı yapmış bir siyasetçinin, siyasi hayatı boyunca cebinde iki tane konuşma metni taşıdığı anlatılır. Başkan’ın bu metinlerinden birini ilçenin kurtuluş gününde, diğerini ise seçim meydanında okuduğu ifade edilir. Noktası ve virgülü değişmeyen iki konuşma metni ile çok uzun yıllar belediye başkanlığı yapan bu taşra siyasetçisinin, konuşma metinlerini bazen karıştırdığı, bir tür iş kazasına uğradığı da bugün hâlâ yörede söylenir. Üniversiteye devam ettiğim 1980 öncesi yıllarda, türbanlı ve uzun pardösülü kız öğrencilerin okula girmelerinde bir sorun yaşanmıyordu. Sağ ve sol kutuplaşmaların sınırları zorladığı, kardeşin kardeşe kurşun sıktığı o yıllarda, tesettürlü öğrencilere kimse karışmaz, hatta onlara karşı özel bir saygı gösterilirdi. 1980 yılından sonra siyasal İslam’ın yükselmesiyle birlikte siyasetin ilgi odağı haline gelen türban, zamanla siyaset dünyasının en önemli malzemelerinden biri haline geldi. Uzun pardösü ve türbanla başlayan tesettür tarzı, geçen otuz yıllık sürede bir evrim geçirerek tesettür kavramındaki yozlaşmalarla birlikte; streç pantolonların, yırtmaçlı eteklerin, vücut hatlarını saran dar giysilerin üzerine türbanın takılması şekline dönüştü. Kavramlar öyle yalama edildi ki türbanı inançları gereği takanlar olduğu gibi, türbanı moda haline getirip, statü ve kimlik kazanma aracı olarak kullananlar da belirmeye başladı. Kişinin sorumluluk aldığını ve belli prensipler disiplini içerisinde olduğunu ifade eden başörtüsü, ne gariptir ki amacının dışında takılmaya başlanınca, ortaya hoş olmayan görüntüler de çıkar oldu. Düğünlerde pistin ortasında saatlerce oynayan, park ve bahçelerin kuytu yerlerinde adaba uygun olmayan görüntüler sergileyen, metalika konserlerinde kendinden geçmiş göbeği açık türbanlılar, konunun yılmaz savunucuları olan İslami kalemlerin de tepkisini çekmeye başladı. Bir zamanlar Hz. Fatma’nın fukaralık kokan çeyizini gözyaşlarıyla anlatanların, siyasetin tılsımlı rüzgârlarıyla para ve statüye kavuşup, milyarlık türbanlar, 4x4 cipler, pahalı makyajlarla ortaya dökülmeleri, türbanın sosyolojik ve psikolojik yönünü ortaya koyması açısından incelenmeye değer bir görüntüdür. Böyle bir değişimi ve amaçtan uzaklaşma temayülünü gördükçe, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına, muhalefetten mahkemeye verilen rahmetli Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin, duruşmanın hâkimine; “Onları siz kapatmadınız, onlar yıllar önce görevlerini ihmal ettiler, fonksiyonlarını kaybettiler, dolayısıyla kendi kendilerini kapatmışlardı, siz yalnız onların kapılarına kilit astınız” sözlerini hatırlıyoruz. Şimdi nasıl olduysa, terör birdenbire hız kesti, ortalık sakinleşti, kimse çıkıp da “Madem bu iş bu kadar kolaydı, niye binlerce insanın kanının akıtılmasına göz yumuldu” diye sormuyor. Çünkü türban vanası açılarak, gündem tekrar başka tarafa kanalize edildi. Dinin emrettiği diğer konularda hassasiyet gösterilmezken, türban konusunda ayrıntıların peşinde koşmak, inanç değerlerinin bütünlüğü açısından da biraz tuhaf gözükmektedir. Gıybet, İftira, Yalan, Rüşvet, Hırsızlık, Haksızlık, Faiz yemek, Haksız kazanç elde etmek gibi inanç sistemimizin kabullenmediği olumsuzluklara gösterilmeyen direnç, her nasılsa kadının başörtüsü söz konusu olunca gösterilmektedir. Veli Hoca anlatmıştı: “Takva örtüsüne bürünmüş kadınlar, sabah eşlerini kapıdan uğurlarlarken, onlara; aman herif, biz aza kanaat gösterir, sabır ve şükür içerisinde olmaya devam ederiz, sakın ola ki evimize haram lokma getirmeyesin” diye tembih ederlermiş. Aile içi şiddet gören, enses ilişkilere zorlanan, hayatları karartılmış, dört duvar arasına hapsedilmiş, uçan kuşlardan annesine babasına selam eden, sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen, töre cinayetlerine kurban edilen kadınlar, 80’lik sapkınların koynuna sokulan 14–15 yaşındaki tazeler, fuhuş sektörünün sermayeleri Ayşeler, Fatmalar, kadını cinsel obje olarak gören zihniyetler, ne hazindir ki kadının türbanı kadar kimselerin ilgisini çekmemektedir. Ülkede her yüz kadından kaçının türbanlı olduğunu bilemiyoruz, ama sekiz kadından birinin meme kanserine yakalandığını biliyoruz. Kadının başörtüsüyle otuz yıldan beri uğraşanların, sağlığı yönünde bu denli bir çaba içerisinde olmamaları ise nasıl bir çelişkidir. Türban talebinin ilköğretimden gelmesiyle birlikte, yaklaşan seçimlerde türbanın tekrar siyasi nutukların vazgeçilmez konuları arasında olacağı muhakkaktır. TV kanallarında türban tartışmaları artık doludizgin gidiyor, erkek egemenler kadınların başörtüsünü nasıl takacaklarının detaylarını bile veriyorlar. Türban konusunun çözümü için seçim sonrası tarih verilmesi ise siyasetin böyle bir sermayeyi kolay kolay bırakmayacağını gösteriyor. Uzun yıllar avukatlık yapan bir şahıs, ileride emekli olur, “Elimdeki dosyalarımı ve büromu da oğluma bırakırım” düşüncesiyle, çocuğunu hukuk fakültesinde okutur. Çocuk hukuk fakültesini bitirip mezun olduktan sonra, avukatlık stajını yapar ve babasının yanına döner. Yaşlı avukat, bürosunu ve elindeki dosyaları oğluna devrederek emekliye ayrılır. Dosyaları inceleyen çocuk, bir arazi davasının yirmi beş yıldan beri devam ettiğini ve neticelenmediğini görür, işe bu dosyadan başlar. Kısa bir süre sonra davayı neticelendirir ve bu başarısını paylaşmak için babasının yanına koşar; “Baba, bak yirmi beş yıldır süren bu davayı nasıl da kazandım, gördün mü?” diyince, babasının: “Oğlum; ben bu davayı bitirmesine bitirirdim, ama sende okuyup avukat olamazdın, bu dosyayla yirmi beş yıldır evi barkı geçindirdim, seni okuttum, avukat yaptım, sen nasıl böyle bir gelir kapısının önünü kapatırsın” diye oğluna çıkışınca, oğul meslekteki ilk dersini almış olur. Erkek egemenlerin kadın giyimi üzerinden siyasete taşıdıkları türbanın, üniversitelerde serbest olmasını TBMM çatısı altındaki siyasi partilerin tümü istemelerine rağmen, konunun yine çıkmaz yola itilmesi son derece düşündürücüdür. Eğitim ve öğretim özgürlüğü açısından her öğrencinin tahsilini tamamlaması, onun en insani hakkıdır. 28 Şubat’ın dayatmacı ve yasakçı mantığı ile bu konuyu ellerinde imkân varken çözmeyenlerin ve sürüncemede bırakanların, keyfilikleri ne kadar da örtüşmektedir. Demokratik açılım, Kürt açılımı, Alevi açılımı derken, birde Türban açılımıyla karşı karşıya kalmayalım. Toplum olarak artık bir çözüm istiyoruz, 21. yüzyıldayız ve hâlâ türbanı tartışıyoruz. |