Takdir Görmeyen İlim
Ekim ayının ilk haftasında, Atatürk Üniversitesi bilim dünyasının yakından tanıdığı ünlü bir ismi şehrimize konferansa davet etmişti. İki saat süren konferansta, İslami bilimlerin tarihçesini ve insanlığa sunduğu katkıları anlatan 86 yaşındaki bu isim, Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’ydı. Fuat Hoca; İslam bilginlerinin insanlığa sunduğu önemli buluşları anlatırken, batı medeniyetinin göz kamaştırıcı gelişmesi karşısında büyük bir eziklik ve moral bozukluğu içerisinde bulunanların yüreğine öyle bir su serpti ki konferans bittiğinde, hepimiz müthiş bir güven duygusu içerisinde salondan ayrıldık. Saygı ve hayranlıkla dinlediğimiz Fuat Hoca, şu anda dünyanın en önde gelen bilim tarihçilerinden biri olarak kabul ediliyor. 27 dil bildiği söylenen Hoca, 1960 ihtilalinde meşhur 147’likler içerisine katılarak üniversiteden uzaklaştırılınca, Almanya’ya gitmiş ve orada mesleğinin zirvesine çıkmış. Nöroşirurji dalında yaptığı yeniliklerle dünyada isminden en çok bahsettiren hekimlerden biri, tartışmasız Prof. Dr. Gazi Yaşargil Hoca’dır. Nöroşirurji dalında yüzyılın en büyük gelişmelerine imza atan ve başı ağrıyan büyüklerimizin ABD’ye gidip dertlerine çare aradıkları Prof. Dr. Gazi Yaşargil, Burdur’da askerlik yapmadığı için TC vatandaşlığından çıkarılmış, bir sene sonra tekrar vatandaşlığa alınmıştı. Yurt dışında eğitimini tamamlayıp 1986 yılında ülkeye döndüğünde, iş ararken: kendisine bir milletvekilinin yabancı dil bildiği için otelde resepsiyon görevlisi olmayı teklif ettiği Ali Erdemir, karbon kaplama teknolojisini geliştirmesiyle bilim dünyasında tanındı. Şu anda dünyanın en iyi yüz bilim adamından biri olarak ifade edilen Ali Erdemir, ne yazık ki bu başarılarını, gittiği ABD duyurdu. Kansere umut diye zakkumdan elde ettiği bir ilacı geliştirdiğini söyleyince, başına gelmedik iş kalmayan Dr. Ziya Özel, soluğu yurt dışında alınca, geliştirdiği ilaca ABD ve Almanya’dan patent almayı başardı. Bilim dünyasının en saygın isimlerinden biri olan Prof. Dr. Celal Şengör, geçen ay Avrupa’nın en önemli Jeoloji ödülünü almasına rağmen, ülkede kimsenin kendisini tebrik etmediğinden yakınıyor, “Türkiye’de bilim ve bilim adamına değer verilmiyor” serzenişini de yapmadan edemiyor. Türkiye’de ilk defa canlı donör ve kadavradan böbrek naklini gerçekleştiren, binlerce çaresiz hastaya şifa dağıtan, çok sayıda uluslararası ödülleri bulunan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın durumunu söylemeye bile gerek yok. Karaciğer nakli ameliyatlarında oldukça ünlü olan Prof. Dr. Şükrü Emre’de, 1988 yılında gittiği ABD’de yılın en iyi 32 doktorundan biri olarak biliniyor. Yakında kaybettiğimiz Kütahyalı çini ustası Sıtkı Olçar’ın yaşarken başına gelenler ise bu kadarı ancak Türkiye’de olabilir dedirten cinsinden. UNESCO’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” ödülü verdiği büyük usta Sıtkı Olçar’a onardığı Hıdırlık Mescidi’nin çinilerini çaldı diye iftira atılmış, ahşap camlı köşkü ateşe verilmiş, çini satış yerine müşteri gelmesin diye yol yükseltilmiş, atölyesini kapatmak için epeyce uğraşılmış, arabasına rekor cezalar yazılmış daha neler neler… Kütahya’yı dünyaya tanıtan Sıtkı Usta’yı, ne hazindir ki Kütahyalılar ne anlayabildiler, nede tanıyabildiler. “Sağlığında nice ehli hünerin / Bir tutam tuz bile yoktur aşına / Öldürüp onu evvel açlıktan / Sonra bir türbe dikerler başına” mısralarında anlatıldığı gibi, Sıtkı Usta’yı da bundan sonra sahiplenenler ve onu sahte gözyaşları ile ananlar bir hayli olacaktır. Günümüzün en korkulan ve artış gösteren hastalıklarının başında kanser illetinin geldiği herkesçe bilinmektedir. Bu amansız hastalığa karşı bilim adamları gece gündüz çalışıp tedavi metotları geliştirmeye çalışmaktalar. Milyonlarca dolar harcanarak, yapılan araştırmalarla ölümcül hastalıklara karşı her gün yeni umutların doğduğu da basında yer almaktadır. Ankara Üniversitesi Onkoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan Akbulut ve ekibi kanserli hücreleri tamamen yok edecek bir aşıyı tıbbın hizmetine sunmak üzereler. ABD’deki bir ulusal sağlık enstitüsü ile beraber yürüttükleri bu aşı için, Sağlık Bakanlığı’ndan onay almayı bekleyen Prof. Dr. Hakan Akbulut, iki milyon dolarlık bir kaynak bulamamanın çaresizliği içerisinde olduklarını da üzülerek ifade ediyor. Mide, kolon ve meme kanseri hastalarının ümidi olacak bu çalışma için, paranın har vurup harman savrulduğu ülkemizde bulunamıyor olması, elbette ki fazlaca garipsenecek bir durum değildir. Toplum olarak hepimizin şahit olduğu örneklere baktığımızda, paranın aktarıldığı önceliklerin neler olduğunu rahatlıkla anlamak mümkün olabilmektedir. 2011 yılında Çankaya Köşkü’nün ödeneğinin, 2010 bütçesine göre % 61.2 artışla, 116.9 milyon TL’ye çıkarıldığı basında yer aldı. Zengin ülkeleri bile kıskandıracak derecedeki lüks makam aracı saltanatı ise işin bir başka yönü. Seksen bir ilin valisine, ortalama üç makam otomobili düşmesi, bu araçların da en lüks markalardan seçilmesi, Fransa’da 9000 makam aracına karşılık, bizde 125.000 makam aracının bulunuyor olması, “Bu ne lahana, bu ne perhiz” sözünü doğrular niteliktedir. Avrupa ikincisi olan basketbol milli takımına ödenen 28 milyon TL ise aşı için 2 milyon TL bulamayan bilim adamına kim bilir neler düşündürüyordur. Yapımına 1975 yılında başlayan ve şu ana kadar bir milyar dolar civarında para harcanan Ayaş Tüneli projesinin, deprem riski hesaplanmadığı ve yol güzergâhı belirlenmediği için askıya alınması, ilim dünyasından esirgenen paraların nasıl havaya uçtuğunun hüzünlü örneklerinden birisidir. A Milli futbol takımı teknik direktörü Hıddink’e yılda ödenen 3.750.000 Euro’yu duyunca, Fatih Terim’in aldığı 1.200.000 Euro’ya herhalde şükretmek gerekiyor. Jübile yaptıktan sonra bile meşin yuvarlağın nimetlerinden faydalanmasını bilen Hakan Şükür’ün, spor yorumları yaptığı TRT’den aldığı haftalık 14.000 TL ise diğerlerinin yanında biraz sönük kalıyor. Ankara’yı mesken tutan emekli parlamenterler, kendilerine ödenen 4.785 TL emekli aylıklarıyla geçinemediklerini duyura dursunlar, 25 yıl pirim ödeyip Bağ-Kur’dan 500 TL aylıkla emekli olanlar ise seslerini sağır sultanlara duyurma gayretindeler. İyi üniversiteleri bitirip, komik rakamlarla iş bulmaya çalışanların, siyasetin pike yaptırdığı hamili kart sahipleri kadar makam ve mevki sahibi olamamaları da yine güzel ülkemizin manzaraları arasındandır. Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden tam 87 yıl geçti. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen, kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar istemesine rağmen, Cumhuriyet’e olduğu kadar, ilme, fikre ve fenne de gerekli ilgiyi ve ihtimamı gösterdiğimiz söylenemez. Yüzlerce parlak beynin yurt dışına gidiyor olması, herhalde tesadüfî değildir, bundan dolayı “Giden gelmiyor, acep nedendir?” diye sorup durmanın da hiçbir alemi yok. Bu yüzden boşa söylememişler “İlim takdir görmediği yerden göçer” diye…
|