Hasetlik Hastalığı ve Erzurum
Toplumları içten içe çürüten, insanların birbirine güvenini ortadan kaldıran, kardeşi kardeşe düşman eden, ruhu karartan bir duygudur haset.
Bir yönüyle birilerinin makamında gözü olmaktır. “Ah keşke o makamda ben otursaydım! Ben işleri daha iyi idare ederdim!” diyerek içimizi kurt gibi kemiren, dışa vurulmayan ama içten içe patlamaya hazır yanar dağ gibi gönlümüzü karartan duygudur hasetlik.
Konuya biraz daha amiyane baktığımızda hasetliğin, “onun var benim niye yok? Ondan neyim eksik? Ben, onun yaptığından daha iyisini yaparım” anlayışından ibaret olduğu görülür.
Hasetlik; insanlık tarihinin korktuğu, kanser türünden bir hastalıktır. Nasıl etsem de ayağını kaydırsam, müşterisini kapsam, onun koltuğuna ben otursam mantığıdır.
Tersinden bakacak olursak, devletin bir makamını işgal eden yöneticinin, kendi dışındaki ikinci şahıslara, “makamımda gözü var” şeklinde bakması, eğer birini bir yere getireceksem onun benim yerimde gözü olmaması gerekir anlayışı. Bunun için “bilen” değil, söz dinleyen, “tamam efendim, hemen efendim” diyen birinin olması gerekir. Böyle bir yönetici için beraber çalışacağı ekibinin ehil olmaktan ziyade, emri altında kalacaklardan olması önemlidir.
Etkili ve yetkili bir yerdeyse ve karşısındaki eğer daha zeki ve başarılı ise onun ayağını kaydırmak için yaptığı ayak oyunlarıdır hasetlik.
Bütün yukarıdakiler; toplumları, milletleri ve insanların birbirini rakip görüp ayak oyunlarıyla ekarte etmesidir. Milletlerin yükselişinde ve çöküşünde etkili sebeplerden biridir hasetlik.
Konuyu bir örnekle izah edelim.
Zaman 1590’lı yılları gösteren, Osmanlı Devleti’nin kudretli dönemleridir. Devrin tek süper devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun azametli yıllarıdır. Türk orduları, Kafkaslarda, Viyana kapılarında, Hint diyarlarında cirit atmaktadır. İşte sözünü edeceğimiz olay, o yıllarda cereyan etmiştir.
Özdemiroğlu Osman Paşa, Erzurum’dan hareket ederek bu günkü Azerbaycan’ı ve Dağıstan’ı fethetmiştir. Savaşlar uzun sürmüş, Osmanlı Ordusu, Kafkasya’da hâkimiyetini kurmak için yıllarca gaza etmiştir.
Özdemiroğlu’nun başarıları dilden dile, kulaktan kulağa masal gibi anlatılır. Paşa’nın şöhreti, Osmanlı mülkünü dolaşır. Bunun üzerine devrin Padişahı, başarıları dillere destan olmuş paşasını, Payitaht’a çağırıp ağırlamaya karar verir. Paşa İstanbul’a çağrılır. Sarayda hazırlıklar devam ederken, Vezirleri ve Paşaları bir korku almıştır. Hasetlik hastalığı kendini göstermiş, çekememezlik çeşitli planların yapılmasının yolunu açmıştır. Ya Vezirlik giderse, Ya Paşalık giderse düşünceleri sarayın içinde yankılanmaktadır. Vezirler, Paşalar, Özdemiroğlu’nu kötülemek için yalan ve iftira kazanlarını kaynatmaya başlamışlardır. Sonunda Özdemiroğlu’nun iki saatte bir esrar içtiğini, eğer esrar içmezse aklını ve dengesini kaybedeceğini, fısıltı gazetesi aracılığıyla etrafa yayarlar. Konuşulanlar Padişah’ın kulağına da gider.
Padişah anlatılanları duyunca, hiddetlenip karşılama törenlerinin iptal edilmesini, normal bir yol izlenmesini ferman buyurur.
Kafkas Fatihi, saraya gelerek destur alıp huzura kabul edilir. Padişah, Osman Paşa’dan yaptığı savaşları anlatmasını ister, Paşa anlatmaya başlar. Padişah sordukça, Paşa anlatır. Bu arada Padişah’ın gözü de saattedir. İki saat geçmesine rağmen Özdemiroğlu berrak zekâsıyla soruları cevaplandırmaya devam etmektedir.
Dört saat geçmiş Paşa’da bir değişme olmamıştır. Soruları hayli rahat cevaplamaktadır. Altı saat geçtiği halde Paşa’nın akıcı bir şekilde anlatmaya devam ettiğini gören Padişah, ayağa kalkıp: “Hani Özdemir kulum iki saatte bir esrar içerdi” diye bağırınca…! Bir anda her yer buz kesilir.
Özdemiroğlu Osman Paşa, “hâşâ Padişahım ben öyle bir şey yapmam” deyince mesele anlaşılır. Saraydakiler kendi makamlarının elden gideceğini anlayınca böyle bir yalan uydurmuşlardır.
Padişah, vezirini azlederek yerine Özdemiroğlu’nu vezir yapar.
Günümüzde de bu ve buna benzer yüzlerce olay yaşanmaktadır.
Erzurum’da bu çekememezlik, hasetlik maalesef had safhadadır.
Erzurum, eğitimde, sanatta, kültürde, ekonomide geri gitmektedir.
Çare hasetlik duygularını bırakıp, makam ve mevkileri benden olanlara değil, ehil olanlara teslim etmek, güzel düşünmeyi, kıskanç olmamayı, gönüllerimize yerleştirmek ve nefislerimizi ıslah etmekle olur.
Cumartesi, 30 Nisan 2011
Yazar Abdurrahman Zeynal |