Erzurum, “25. Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları” dolayısıyla on bir gün sürecek yoğun bir sportif faaliyete ev sahipliği yapmasının yanında, bu oyunlar dolayısıyla aynı günlerde kültürel bir programa da sahne oldu. Bu kültürel programın ev sahipliğini, 2011 Kış Oyunları Koordinatörlüğü’nün desteğiyle, Erzurum’un kültürel tanıtımı ve kalkınmasını gaye olarak benimsemiş olan Er-Vak yaptı.
Bu kültürel program, İl Sağlık Müdürlüğü Kültür Merkezi’nde (Çat yolu üzeri) 24-25 Ocak tarihlerinde “Halk Ozanlarımızla Universiade 2011” adıyla başladı ve aynı program çerçevesinde 28 Ocak tarihinden itibaren aynı yerde “Erzurum Çarşı Pazar” adıyla, konulu bir görsel şölen halinde devam etti.
28 Ocak Cuma günü saat 20.00’de başlayan programın açış konuşmasına yetişemedik. Hatta programa Dadaşların öyle yoğun bir ilgisi vardı ki yer bulamamaktan dolayı az daha eşimle birlikte geri dönecektik. Bir görevlinin yardımıyla zor da olsa bir yer bulduk ve izlemeye başladık. Tabii bu arada bizim Erzurumlumuzun maalesef kötü bir âdetinden bahsetmeden geçemeyeceğim. O da bazı izleyicilerin, birkaç koltuğu rezerve eder gibi işgal etmeleridir. Gelecek yakınları için birkaç koltuğun üzerine çanta, palto gibi eşyalar konuluyor ve program sonuna kadar boş koltuklar bulunmasına rağmen birçok kişi ayakta kalıyor, hatta bu yüzden benim gibi geri dönmeyi düşünenler ve hatta gidenler oluyor. Ancak inanıyorum ki bu tür programların sayısı arttıkça bizler de alışacak ve artık koltukları gereksiz yere boş bırakmamayı öğreneceğiz.
Bizim dâhil olduğumuz andan itibaren gördüklerimi ve hissettiklerimi de sizlerle paylaşmağa çalışacağım. Sahne, hem tipik bir Erzurum evini, hem de bir Erzurum kıraathanesini çağrıştıracak şekilde düzenlenmişti. Sahnenin arka planındaki duvarlar, Erzurumlu genç kızların el emeği göz nuru olan kadama bohçalarla, kilimlerle ve kilimden yapılmış bir heybe ile dekore edilmişti. Yine duvarda, üzerine gaz lambası veya fiske lamba konulmaya yarayan bir lamba sehpası, eskinin aydınlanma araçlarından olan bir lüküs, izleyiciye göre sağ tarafın duvarında bir radyo sehpası bulunuyor, üzerindeki eski tip bir büyük radyo (ama konsol radyo değil, biraz daha yeni) ile onun üstündeki gaz lambası, duvarları süslüyordu.
Oturduğum yerden bu detayları incelerken bir taraftan da kulağım, sahnede bulunan sazende heyeti ile iki kişiden oluşan hanende heyetindeydi. Bu iki kişilik korodaki türkücüler, programın adına yakışır şekilde “Çelik pazarında ufacık taşlar; El ele tutmuş gidiyor Dadaşlar” türküsüyle başlayıp ardından Erzurumlu Emrah’ın meşhur deyişi “Uykudan uyanmış gözleri bir hoş; Dedim serhoşmusan söyledi yoh, yoh” u söylüyorlardı. Doğrusu iki genç türkücünün de sesleri dokunaklı ve duygulandırıcıydı. Belli ki kendilerini iyi yetiştirmişler ve yetiştirmeye de devam ediyorlardı.
Belki bir orta oyunu havası vermek için sahnede birkaç oyuncu da yer alıyordu ve bunlar, ara sıra gezinerek ortama canlılık veriyorlardı. Bu sırada iki kişilik minik koro, Sümmani’den bir deyiş okudu. Sazendelerden tanıdıklarım arasında Bayram Şengül, Yener Temelli, Sait Gülebenzer vardı. Başlangıcından itibaren takip edemediğimi belirtmiştim. Bu yüzden diğer arkadaşların adlarını duyamadığım için buraya yazamıyorum.
Bayram Şengül, kavalla bir taksim yaptı ve iki değerli hanende önce Yemen’i anlatan bir uzun hava ve ardından da Erzurum’un meşhur Yemen türküsü olan “Mızıka çalındı düğün mü sandın; Al yeşil bayrağı gelin mi sandın; Yemen’e gideni gelir mi sandın; Dön gel ağam dön gel dayanamiram; Uyku gaflet bastı uyanamiram; Ağam öldüğüne inanamiram” türküsünü söylediler. Bu türkü, salondaki herkesi adeta Birinci Cihan Harbi’nin Erzurumu’na götürdü ve eşi Yemen’e giden gelinin bu ağıtını, herkes yüreğinde hissetti. Salondaki bu hüzünlü ortamı, türkü okuyan gençlerden birinin söylediği güzel fıkralar dağıttı ve neşeli, hoş bir ortam oluştu.
Ben bu arada sahnedeki dekoru anlatmaya devam etmek istiyorum. İzleyicilere göre sahnenin sol iç kısmında bir kuzine soba, üzerinde bir bakır soba kazanı ve büyük su demliği bulunuyordu. Sahnenin en arka duvarını, büyük bir Erzurum panosu süslüyordu. Bu panoda Erzurum’un simgeleri olan Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi’nin minaresi, Saat Kulesi, cirit oynayan bir Dadaş, modern Erzurum’dan bazı ev figürleri ve tabii ki heybetli Palandöken Dağları vardı. İşte o sırada programın sunucusu olan Erzurum’un tiyatrocu sanatçılarından Semih Yetimoğlu, Dadaş’ın vatanla özdeşleşmiş anlamını anlatan çok güzel bir şiir okudu.
Sahne dekorunda, Erzurum’un yerde yemek yerken kullandığı dairevi tahta yer sofraları, duvarda bir kılıç, bir gaz ocağı, Erzurumlu hanımların dışarı çıkarken giydikleri mahlli giysi ‘ehram’, arka planda sarı pirinçten bir buhurdanlık, sahnenin hemen ön kısmında ise yine sarı pirinçten bir semaver, bir testi ve bir güğüm, sahnenin en üst kısmında ise, karşılıklı iki duvarı süsleyen Şanlı Al Bayrağımız bulunuyordu.
Minik koro, ardı ardına “Köroğlu”, “Keşkem bu ellere gelmez olaydım; Seni bu hallarda görmez olaydım”, “Erzurum kilidi mülk-i İslam’ın; Mevla’ya emanet olsun Eerzurum”, “Güzeller bezenmiş toya giderler; Sizlere emanet yar oynamasın” ve “Al yeşil geymiş allanır; Çermik yolunda sallanır” türkülerini okuyarak kendi programlarını tamamladılar.
O sırada, Semih Yetimoğlu ve arkadaşlarından, harika bir orta oyunu seyrettik. Eski Erzurum’un “Godi beş”ini, “kartol közlemesi”ni anlattıkları bu skeçte godi beş’in artık pop korn, kartol közlemesinin de kumpir diye adlandırıldığına vurgu yaptılar. Salondaki tüm seyirciler, bu ve diğer parodilerle oldukça neşelendik.
Yine Semih Yetimoğlu tarafından seslendirilen bir Erzurum şiirinden sonra, Erzurum’un yetiştirdiği önemli sanatçılardan biri olan Mehmet Çalmaşur sahne aldı. “Sarı Gelin” türküsünün ardından Alvarlı Efe’den alınan “Seyreyle güzel kudret-i Mevla’m neler eyler” türküsünü okudu. Çalmaşur, türkünün ardından Zekiye Çomaklı’yı sahneye davet etti. Çomaklı, Çalmaşur’un “Yattım gurbet elde gam yastığına; Dağ gibi üstüme geldi ayrılık” türküsünün öncesinde ve ara nağmeler sırasında “Ne olur yanında Erzurum getir” şiirini okuyarak bu gurbet türküsüne daha da bir hüzün kattı ve salondaki birçok kişi, gurbetteki yakınlarını hatırlayarak ağladılar. Doğrusu bu türkü ve bu güzel şiir, hepimizi hüzünlendirdi. M. Çalmaşur, Zekiye Hanım’ın isteği üzerine “Sarı Gelin”in Azeri Türkçesi’ndeki söylenişini, peşinden de “Kara camışları vurdum bayıra” türküsünü okudu.
“Erzurum Çarşı Pazar” programının tam burasında Mehmet Çalmaşur, gecenin şeref konuğu olan, eski Erzurum milletvekilimiz Rasim Cinisli Bey’i sahneye davet etti. Sahnedeki yerini almasından sonra Rasim Cinisli’nin hayatından önemli kesitlere yer verilen bir slayt gösterisi, Semih Yetimoğlu’nun seslendirmesiyle sunuldu.
Rasim Cinisli, aynı aileden olmamız dolayısıyla gurur duyduğum bir amcam, bir büyüğüm. Bu övünç vesilesinden ayrı olarak o, Erzurum’u TBMM’de gururla temsil etmiş olan ve bütün Erzurumluların sevgi ve saygısını kazanmış, Erzurum’un medar-ı iftiharı olan çok saygıdeğer bir Dadaş. O, sadece Erzurumlu olmasından dolayı bir Dadaş değil, aynı zamanda özel hayatı, duruşu, konuşması, tavrı, yaptıkları ile de bir Dadaş. Diğer taraftan Erzurum barlarını çok iyi bilen ve iyi bar tutan bir Dadaş. Düşündüğü gibi yaşamış, yaşadığı gibi inanmış bir Erzurum Beyefendisi, bir Cinis Bey’i. Erzurum’u birçok platformda başarıyla temsil etmiş, müstesna bir büyüğümüz. O, Türkçemizi çok güzel bir telaffuzla terennüm eden, ifade kabiliyeti yüksek bir hatip. İşte o, bütün bu özellikleriyle temayüz ettiği içindir ki, çok genç bir yaşta, iki dönem Erzurum milletvekilliği yapmıştır.
Rasim Cinisli’yle Mehmet Çalmaşur’un eskiye dayalı bir dostlukları olduğunu, program esnasında yaptıkları tatlı sohbetlerinden öğrendik. Bu sohbet esnasında Rasim Cinisli, hayatta iki şeyi çok arzuladığını söyledi. Bunlardan ilki, Erzurum milletvekilliği görevini ifa etmekten dolayı çok mutlu olduğunu ve bu vekilliği sırasında neler yaptığının sorulmasını istemesi; diğeri de 72 yaşında olmasına rağmen, Cinis’in ovasında ve dağlarında at koşturmak arzusu.
Rasim Cinisli, programın Türkü ağırlıklı olmasından dolayı, türkülerimizin tarih, coğrafya ve bir ilim-irfan iklimini barındırdığını, türkülerin sadece dinleyip geçiştirilmemesi gerektiğini, her türkünün bir alt yapısının, bir felsefesinin bulunduğunu özellikle vurguladı. Bu bakımdan türkülerimizi, derinlemesine düşünerek dinlemek, ne demek istediğini anlamak için gayret göstermek gerektiğini belirtti.
Mehmet Çalmaşur da bunu ispatlamak istercesine “Altın hızma mülayim; Seni Hak’tan dileyim” ve “Yürek odur daim yana, od kopara alavlana; Becermirse goy da yana, demek o heç yürek değil/ Vatanım için lazım gelse, polat gibi gerilmezse; Ay yıldıza sarılmazsa, demek o heç yürek değil” türküsünü okudu ve salondan müthiş bir alkış aldı.
Hakikaten de her türkünün bir felsefesi ve bir de öyküsü vardır. Bu felsefe ve hikaye, duygu ile karışıp söze dökülür ve Türk’ün türküsü ortaya çıkar. Zaten türkü, Türk’e ait sözlü ezgi anlamına gelmektedir. Mehmet Çalmaşur, Türkülerin dili olduğunu ve her türkünün bir öyküsü bulunduğunu belirten Rasim Bey’e, “Kara camışları saldım bayıra” türküsünün öyküsünü sordu ve o da önce Yemen Türküsü’nün ardından da sorudaki türkünün hikayesini anlattı.
Rasim Cinisli, birkaç yıl önceki bir sohbetimiz esnasında bana da bahsettiği bir konuyu, bir dinleyicinin yazılı olarak yönelttiği soru üzerine burada da anlattı. Soru, Rasim Cinisli’nin TBMM’de hangi işlere imza attığına yönelikti. Bu soru zaten onun da sorulmasını arzu ettiği suallerden biriydi. Mütevazı bir kişiliği olan Rasim Bey, milletvekilliği sırasında yaptığı birçok olumlu iş arasından en önemlisini, yine abartısız bir üslupla şöyle ifade etti: “Osmanlı Hanedanı’nın torunlarının Türkiye’ye rahatça girmelerini sağlayan kanun tasarısını Meclis’e 1974 yılında bir Erzurumlu, bir Dadaş sundu. İşte o Dadaş bendim” dedi. Mehmet Çalmaşur’un “Ağabeyi, Erzurum’u terk edip gittin ve bir daha niye dönmedin?” sorusu üzerine Rasim Cinisli, oldukça duygulandı ve öğrencilik yıllarından bazı anılarla bu soruya cevap verdi. Bu cevabın içinde, öğrencilik yıllarında yaşadığı bazı zorlu, sıkıntılı badirelerden, Erzurumlu olmasından dolayı nasıl kurtulduğu, 1959-1960 yıllarında nasıl bir anda Milliyetçi Türk gençliğinin idolü haline geldiği, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki zorlu mücadelelerle nasıl baş ettiği, bu mücadele ortamında Milli Türk Talebe Birliği Genel Başkanlığı’na ve nihayet TBMM’ne Erzurum’u temsilen nasıl seçildiğine ilişkin çok kısa ve veciz ifadeler bulunuyordu. “Erzurum’a dönemeyişim, Erzurum’a ve Türk milletine adanmış bir ömürden dolayıdır” dedi ve orada bulunan herkese, Erzurum’un ve Dadaş’ın, memleketimizin diğer vilayetlerinde çok iyi tanınıp bilindiğini ve Erzurumlu olmaktan bütün Erzurumluların gurur duyması gerektiğini ifade ederek konuşmasını tamamladı.
Doğrusunu söylemek gerekirse keyfine doyum olmayan bir gece yaşadık. Rasim Cinisli Amcama çok teşekkür ediyorum. Bir Erzurumlunun, bir Dadaş’ın hangi niteliklere sahip olması gerektiği, bundan daha güzel anlatılamazdı.
Bu güzel sohbeti, Mehmet Çalmaşur, “Doksanüç harbi” türküsüyle noktaladı. Daha sonra da Er-Vak Başkanı Erdal Güzel, bir kapanış konuşması yaptı ve 29, 30, Ocak ile 2 ve 3 Şubat günlerinde de bu programın yine saat 20.00’de devam edeceğini hatırlatarak bütün Erzurum sevdalılarını bu programa davet etti.
Kanaatimce tam bir Erzurum kültür şöleni olan “Erzurum Çarşı Pazar” etkinliği, Erzurumlunun kendisini tanıması ve tekrar özüne dönmesi bakımından önemli bir parametredir. Emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliyorum.
29 Ocak 2011 Cumartesi
Ömer ÖZDEN
Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK) Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM
Telefon : (0442) 233 38 20 Tasarım : www.e-erzurum.net