Menu


Hava Durumu



   Haftalık Yazılar

Ermenilerin Emelleri…

Bir önceki yazımda Ermenilerin Erzurum ve çevresindeki köylerde yaptıkları zulüm ve katliamlardan bahsetmiştim. Bugünkü yazımda, Ermenilerin asırlarca huzur içinde yaşadıkları bu topraklarda niçin böyle caniliklere başvurdular? Sorusunun cevabını vermeye çalışacağım.

Dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu içerisinde, farklı milletler bulunuyordu ve bunların hepsine birden Osmanlı tebaası deniliyordu. Bu Osmanlı tebaası içerisinde bulunan bütün unsurlar, oldukça rahat ve lüks içerisinde olmalarına rağmen, Fransız ihtilalinden sonra her biri kendi bağımsızlığını ilan etti. Bunlar arasında en ayrıcalıklı konumda bulunanlardan bir grup da ‘millet-i sadıka’ diye isimlendirilen Ermenilerdi.

Osmanlı idaresi altında Ermeniler, Türklerle aynı hatta daha fazla haklara sahip olarak fevkalade ayrıcalıklı, mutlu ve müreffeh bir hayat sürüyorlardı. Osmanıl toprakları üzerinde çirkin emelleri bulunan bazı Batılı devletlerin alttan kışkırtmalarıyla, giderek daha fazla hak ve ayrıcalık isteyecek bir duruma gelen bazı Ermeni grupları, bu isteklerini daha da ileri götürerek Osmanlı Türk topraklarının Doğu Anadolu bölümünün kendilerine ait olduğu iddiasıyla cemiyetler kurmaya başladılar. Bu cemiyetler, Ermeni nüfusun Türklerden fazla olduğunu gösterme gayreti içinde ayrılıkçı bir anlayışla silahlı çetelere dönüşerek Türk nüfusa karşı suikastler, yol kesmeler, ev baskınları gibi yıldırıcı eylemlere başladılar. Maksatları, Doğu Anadolu’da Türkleri yıldırıp göçe zorlamak ve Ermeni nüfusun sayısını fazla göstermekti. Çünkü zaten Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısı, Türk nüfustan kat be kat azdı ve Doğu Anadolu’da da durum aynıydı. Üstelik yüzyıllardır aynı mahallelerde yaşadıkları için Ermenilerin bir bölümü Türk toplumuna uyum da sağlamışlardı. Yani Ermenilerin bir bölümünün Türk komşularıyla bir alıp veremediği yoktu. Ama içlerinden kimileri kandırıldığı için eline fırsat geçtiği anda komşularına saldıracak kadar kin ve nefretle doluydular. İşte bu kindar Ermenilerin ve çetelerin bekledikleri fırsat, Birinci Dünya Harbi’nin patlak vermesiyle doğdu.

Ruslar, sıcak denizlere inebilmek için Batı’da İstanbul’a, Doğu’da da Erzurum’a gözlerini dikmişlerdi. İngilizlerin gözü de İstanbul’daydı. Bu yüzden İngilizler, sömürgelerinden ve müttefiklerinden oluşturdukları büyük bir donanma ve orduyla Çanakkale’ye yüklendiler, Doğu’da da Ruslar, Ermenileri de yanlarına alarak işgal faaliyetine giriştiler.

İşte ayrılıkçı Ermeniler, ilk büyük kanlı eylemlerini Van’da uyguladılar ve yüzlerce Türk’ü Akdamar adasına gemiyle götürerek işkence, tecavüz gibi insanlık dışı saldırılarla hunharca öldürdüler.

Ermeni çeteleri, o sıralarda Kafkas cephesindeki savaşta Ruslarla işbirliği yapıp, Türk ordusuna ve yerleşim birimlerine saldırılar düzenlediler. Bütün bu gelişmeler, Osmanlı Devleti’nin bir güvenlik uygulaması olarak Ermenilerin Osmanlı’nın uzak sınır boylarına tehcirini gündeme getirdi. Bunun nedeni, Ermenilerden bazı gençlerin çetelere destek vermelerinin önüne geçmek, çete üyelerinin sayısının artmasını önlemek ve böylece sivil Türklerin güvenliğini sağlamaktı. Bunun üzerine Ermeni çeteleri, Osmanlı vatandaşı olan Ermenilere bulundukları yerleri terk etmemeleri için baskılar yapmaya başladılar ve hatta korkutmak için onları da öldürmeye başladılar. Bunun nedeni, Ermenilerin sayıca Türklerden az görünmemelerini sağlamaktı. Ama zaten Ermeniler, Türk nüfustan kat be kat az durumdaydı. İşte bunun için de Türklerin sayısını azaltmaları gerekiyordu. Bu da sadece toplu öldürmeler yoluyla olurdu.

Gözü dönmüş Ermeni çeteleri Erzurum ve çevresine çöreklenmeye başladıkları sıralarda Rus ordusu da içerisine Ermeni askerler ve subaylar almış bir vaziyette Erzurum’u işgal ettiler.

Demek oluyor ki hem Ermenilerin, hem Rusların, hem İngilizlerin asıl emelleri, bin yılı aşkın bir zamandır Türk vatanı olan bu toprakları elimizden almaktır. Bunu başarabilmek için dış güçlerle her türlü işbirliğini yapan Ermeniler, 19. yüzyılın sonlarından başlayıp 20. asır boyunca çeşitli asılsız iddialarla ortaya çıkıp bizim öz vatanımızı elimizden almanın planlarını yaptılar ve halen yapmaktadırlar. Asılsız iddiaların ilki, bu toprakların Ermenilere ait olduğu yalanıdır.

Bu asılsız iddialardan birisi de Ermenilerin tehcir sırasında soykırıma uğratıldıkları iftirasıdır. Oysa asıl soykırımı yapanlar, büyük devletlerin kışkırtmalarıyla Ermenilerdir. Bir atasözümüzde “minareyi çalan kılıfını hazırlar” denilmektedir ki tam da Ermenilerin bu asılsız iddiaları için biçilmiş kaftan gibi bir sözdür. Bu tehcir sırasında ölen Ermenilerin büyük bölümü tifo ve tifüs gibi salgınlardan dolayı ölenlerdir; bir kısmı da karşı çıktıkları ve dediklerini tutmadıkları için Ermeni çeteleri tarafından öldürülenlerdir. Tehcir sırasında Türkler tarafından öldürülen bir tek Ermeni bulunmamaktadır. Bizim milletimiz, Ermenilere hep kol kanat germiş, zor zamanlarda bir dilim ekmeğini bile onlarla paylaşacak kadar alicenaplık göstermiştir. İçlerinde ihanet, kin ve nefret besleyen hain Ermeniler ise, ihanet etme fırsatını bulur bulmaz, ekmeğini kendileriyle paylaşan Türk komşularının çocuklarına, kızlarına, kadınlarına tecavüzler etmişler, yaşlı başlı Türk komşularını bıçakla, satırla, kurşunla şehit etmişlerdir. Bu soysuzlar sürüsü, dünya kamuoyuna, hiç utanmadan kendi yaptıklarını, biz yapmışız gibi göstermek ve anlatmak cüretini göstermişlerdir.

Saldırgan olanlar onlar, Türkleri insanlık dışı işkence ve çirkinlikler uygulayarak katleden, anne karnındaki bebeği süngüyle annesinden ayıran, anneleri göğüslerinden duvarlara çivileyenler onlar, kendi soydaşlarından olup da bu yaptıklarınız yanlıştır diyenleri aynı şekilde öldüren onlar, Erzurum’da ve köylerinde binlerce Türk’ü akla hayale gelmeyecek yöntemlerle topluca katledip toplu mezarlar oluşturanlar onlar, onlarca diplomatımızı suikastler tertip ederek şehit edenler onlar. Ama Türkler bize soykırım uyguladı yalanıyla ortaya çıkıp çeşitli ülkelerin parlamentolarından Türkiye aleyhine kararlar çıkarttırmaya çalışanlar da onlar. Kendi yaptıklarını bize yamamaya çalıştıkları için haklı davamızda haksızlığa uğratılan ise biziz. Bunun nedeni de haklılığımızı yeterince ve gerekli yerlerde anlatamamış olmamızdır.

Aynı yıllarda yurdumuzu işgal etmek isteyen düşmanlardan dolayı bir seferberlik ilan edilmiş ve Doğu’daki Türk nüfusun büyük bölümü evlerini, ocaklarını terk ederek başka memleketlere gitmek durumunda kalmışlardı. Bizim dedelerimiz, ninelerimiz, büyüklerimiz de yollarda perişanlıklar çekmiş, hastalıklardan dolayı pek çok ölüm yaşanmıştı. Seferberlik sonrası dönenler, evleri barkları yakılıp yıkıldığı için aç bî ilaç açıkta kalmışlardı. Ama biz, bunların hesabını bizim öz vatanımızı işgal edenlere hiç sormuyoruz.

Ermenilerin bu asılsız iddiaları ve yalanları, yeni ortaya çıkmış bir şey değildir. Belirttiğim gibi yüz yıldan fazla zamandır sahte belgelerle ve asılsız yalanlarla dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Hiç boş durmuyorlar ve sürekli yeni yalanlarla kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Bununla ilgili çok güzel bir örnek anlatarak sözlerimi tamamlamaya çalışacağım. Bu yaşanmış olayı Cevat Dursunoğlu’nun anlatımıyla aktarmaya çalışacağım.

Erzurum’daki işgal günlerinde binlerce Erzurumluya nice işkenceler ve anlatmaya dilimin varmadığı çirkinlikler yapan ve binlerce Türk’ü şehit eden caniler sürüsü Ermeniler, daha bu olayın üzerinden bir yıldan biraz fazla zaman geçmesinden sonra Amerikalı bir heyetin Erzurum’a gönderilmesini sağlayarak kendileri lehinde kararlar aldırmaya ikna etmişlerdir. 1919 yazında General James G. Harbord başkanlığında Erzurum’a gelen Amerikan heyeti, bu bölgedeki Ermeni tarihini ve coğrafyasını ve Ermenilerin asılsız iddialarını araştırmaya başladı.

Kazım Karabekir Paşa, heyeti kabul edip olanı biteni anlattıktan sonra Erzurum Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nden Süleyman Necati Bey ile Cevat Bey (Dursunoğlu) bu heyetle ilgilenip onlara gereken malumatı vermişler ve Ermenilerin Türkleri diri diri yaktıkları Mürsel Paşa konağı ile İzmirli Osman Ağa konaklarına götürmüşlerdir. İstasyona götürüp yapılan katliamı anlatmışlardır. Oralardaki kanları gören, ölüm kokusunu hisseden ve yarı yanmış cesetleri mezarlarda inceleyen heyet, çok müteessir olarak bir an önce oralardan ayrılmışlardır.

Bu gezintiden sonra Harbord, Belediye Reisi Zakir Bey (Gürbüz), Necati Bey ve Cevat Beyleri ertesi gün Müdafa-i Hukuk binasında toplantıya çağırarak 1914’den önce bu bölgedeki Türk ve Ermeni nüfuslarının birbirine olan nispetini öğrenmek istemiştir. Müdafa-i Hukuk’un binası, Esat Paşa camisinin yanındaki Şeyhoğlu Tevfik Bey Konağı’ndaydı. Önce Necati Bey, bölgenin tarihini anlatarak burada Romalılar devrinden önce de sonra da bağımsız bir Ermeni devletinin görülmediğini, Ermenilerin her zaman bu bölgede kurulan devletlerin egemenliği altında yaşadıklarını, 1914’den önce de Erzurum’da Ermenilerin Türklerin onda birinden bile az olduğunu anlattı. Bu bölgedeki arazilerin tamamının, gayrı menkullerin tamamına yakının on asırdan fazla zamandır Türklere ait olduğunu, bölgedeki bütün tarihi yapıların da Türkler tarafından inşa edildiğini anlattı. Mütercim de bunları heyete tercüme ederek anlatıyordu. Açıklamalar uzun zaman alınca Belediye Reisi Zakir Bey birden yerinden kalkıp “Dilmaç (mütercim) sen beyleri bırak da bana bak. Onlar âlim kişilerdir. Sen benim söylediklerimi General’e anlat” dedi. Tercümanı ovaya bakan pencerenin önüne götürdü. Generel Harbord da ne olduğunu anlamadan pencerenin önüne geldi.

Zakir Bey, eliyle şehrin kuzeyindeki Gez mahallesi ve Kavak mezarlıklarını göstererek “Şu geniş taşlıkları görüyor musun? İşte bunlar Türk mezarlıklarıdır. Şehrin öbür yanlarında daha bunun on misli mezarlıklarımız var. Şimdi iyice bak. Şurada da etrafı duvarla çevrilmiş küçük bir mezarlık var. O da Ermeni mezarlığıdır. Şimdi Ermenilerin mi, Türklerin mi daha çok olduğunu anladın mı?” dedi. “Bu keratalar ölülerini yemediler ya” sözünü de katarak “şimdi bunları General’e anlat” deyip pencerenin önünden çekildi. Tercüman hem gülüyor hem de konuşmayı generale anlatıyordu. General gülerek odadakilere dönüp “İzahlarınıza çok teşekkür ederim. Fakat bu zatın (Zakir Bey’in) sözleri beni çok daha aydınlattı.”dedi. Gerek Necati Bey’in belgelere dayanarak anlattıkları, gerekse Zakir Bey’in halk ağzıyla anlattıkları, Amerikalıları, Erzurum’a gelmeden önce Ermenilerden dinlediklerinin ne derece mesnetsiz yalanlar olduğu konusunda ikna etmeye yetmişti. Heyet, Amerika’ya döndüklerinde hazırladıkları raporlarında bu bölgelerin Ermenilerle bir ilgisinin bulunmadığını, buraların Türk toprağı olduğunu ve Ermenilerin anlattığı soykırım hikâyesinin ise tamamen asılsız ve iftiradan meydana geldiğini belirttiler. (Cevat Dursunoğlu, Milli Mücadele’de Erzurum, Dergah Yayınları-Erzurum Kitaplığı, 2. Baskı, İstanbul, 1998, s. 68-70.)

Buradan şunu anlıyorum:

Ermeni katillerin hunharca katlettikleri vatandaşlarımıza ait toplu mezarları, uluslar arası kuruluşları davet ederek açmalı ve dünyayı böyle ikna etmeliyiz. Çünkü Ermenilerin anlattıklarını belgesiz bile olsa kabul etmeye hazır, aynı inanca ve kültüre mensup pek çok ülke var. Biz ise onlar karşısında yalnızız. Arkamızda kimse yok. Bunun için tarihi belgelerimizi çok iyi korumalı, nesillerden nesillere itinayla miras olarak aktarmalıyız. Unutmamalıyız ki bir taş parçası bile olsa tarihi belgeler değerlidir. Bu vatan bize ecdadımızın yadigârıdır. Emaneti iyi korumalıyız.

Günümüzde bunları bilmeyen pek çok insanımız var. Ermeniler ise hiç boş durmuyorlar. Sürekli yalan ve iftira üretiyorlar. Bizim, onların bu iftiralarına karşı daha uyanık olmamız bir zorunluluk. Kimileri Ermenilerin sözcülüğüne ve avukatlığına soyunup kendilerinin de Ermeni olduklarını söyleyecek kadar cehaletin içinde yüzüyorlar. Belki de öyledirler bilemeyiz. Ama bildiğim bir şey var ki o da bu vatan kolay kazanılmadı. Gemi batarsa içindeki farelerin de boğulacağı unutulmamalıdır.

Yazımı merhum Mehmet Akif’in mısralarıyla bitiriyorum.

“Sahipsiz vatanın batması haktır

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”

Vatanımıza sahip çıkalım, soysuzlar sürüsüne bırakmayalım.

Ömer ÖZDEN

 


Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK)
Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM Telefon : (0442) 233 38 20
Tasarım : www.e-erzurum.net