Yüz yıllar ötesinden insanlığa ışık saçan büyük düşünür Hz. Mevlana “Her günün hali dünkü günün haline benzemez, haller ırmak gibi akar gider, onu bağlayacak, akışını durduracak hiçbir şey yoktur, her günün sevinci bir başka çeşittir, her günün düşüncesinin başka bir tesiri vardır.” diyor. Otuz yıllık ekmek teknem eczanemde yeni bir günün telaşı ve yoğunluğu ile baş başayım. Masamın üzerinde şahsıma yazılmış küçük bir pusulaya gözüm ilişiyor, yazıyı okumaya başlayınca, yeni bir düşüncenin tesiri altına girmem zor olmuyor. Erzurum’un yetiştirdiği, değerli bilim insanı, hemşehrimiz Prof. Dr. Ziya Yurttaş’ın Erzurum’dan ayrılmak üzere olduğunu, bu veda pusulasıyla öğrendiğim de yüreğimde derin bir sızı hissediyorum. Yakın zamanda yine değerli hocalarımızdan hemşehrimiz Prof. Dr. Hüseyin Akyüz’ün de şehre veda etmesi, Av. Tuncer Aktaş’ın da gidecek olması, şehirdeki kan kaybının devam ettiği gerçeğini bir kez daha hatırlatıyor. Erzurum’un evlatlarına sahip çıkamadığı gerçeğini yansıtan bu görüntüler karşısında, sebep ve sonuç ilişkilerini bir kez daha gözden geçiriyorum. İl nüfusunun 1.5 katı bir nüfusun şehir dışında yaşıyor olması, elbette ki sebepsiz değildir. Giden her insanımızın kendisine ait haklı sebepleri, sorunları ve beklentileri şüphesiz vardır. Bu sebepler içerisinde iş, aş ve gelecek kaygısı ön plâna çıksa da bu kaygılardan uzak olanların da şehirden gitmek istemeleri, izaha muhtaç bir konu değil midir? Bu konumdaki insanımızın şehre zayıf bağlarla bağlı olmalarında daha özel sebepler yok mudur? “Sorumlu; gidenler mi yoksa evlatlarına sahip çıkamayan Erzurum ve Erzurumlular mı?” diye bir öz eleştiri yaparsak, herhalde fotoğrafı net bir şekilde görebiliriz. Erzurum’a maddi ve manevi bağlarla sıkıca bağlı, aidiyet duyguları yüksek hemşehrilerimizin bile zamanla şehri terk ettiklerine az mı şahit olmaktayız? Giden büyük kitle içerisinde, şehre geri dönen azınlık bir grubun aradıklarını bulup bulmadıkları da yine incelenmesi gereken bir başka konu olarak karşımıza çıkıyor. Belli bir birikim ve donanıma sahip insanlarımızın, şehrin sosyal hayatı içerisinde nefes alacakları ortamları bulmaları söz konusu mudur? Bu hemşehrilerimizin şehirden gitmelerinde bozulan sosyal yapının rolü inkâr edilebilir mi? “Hasreti vuslatından güzeldir” sözü, dışarıda yaşayan hemşehrilerimiz tarafından neden telaffuz edilmektedir, bu sözün altında yatan gerçekler nelerdir? Gidenlerin arkasından dedikodu üretmek yerine, empati gözlüğünü takarak konuyu değerlendirdiğimiz de düşüncelerimizin ne kadar sağlıklı olduğunu test edebiliriz. Şöyle ki çok uzun yıllardan beri Erzurum’da üniversite hocalığı yapmış bir akademisyenin, emekli olduktan sonra günlerini geçirebileceği, fikirlerini tartışabileceği sosyal bir ortamı şehirde bulma şansı var mıdır? “Şehrin sosyal yapısı ve homojen durumu buna uygun mudur?” diye, bir takım soruların cevaplarını aramak durumunda değil miyiz? Devletin dönen çarkları içerisinde tayin, terfi gibi nedenlerle Erzurum’a göreve gelen hemşehri bürokratlarımız olduğu gibi, uzun yıllardan beri şehirde muhtelif makamlarda görev yapan hemşehrilerimizin de bulunduğu malumdur. Devlet sistemi içerisinde görev yerleri değişen hemşehri bürokratlarımız için, Erzurumlu bürokratlar kıyıma uğruyor endişesi taşır dururuz. Oysa, gelecekte çok daha iyi konumlara gelmesi muhtemel olan ve halen şehirde görev yapan Erzurumlu bürokratlarımıza yeteri kadar sahip çıktığımız da söylenemez. Zaman zaman bu konumda olan hemşehrilerimizi zora sokacak tavır ve davranışlar içerisinde bulunmamız ise, kıskançlık ve hasetlik duyguları ile izah edilemeyecek kadar enteresan bir paradokstur. Erzurum dışında yaşayan ve büyük maddi güçleri olan hemşehrilerimizin, şehirde yatırım yapmamalarının altında yatan sebepleri sadece vefasızlığa ve aidiyet duygularının zayıflığına bağlamak ne denli tutarlı bir yaklaşımdır? Büyük paralarla şehirde yatırım yapmak düşüncesindeki hemşehrilerimizin önüne engeller çıkarıp, işi yokuşa sürüp, sonra hiçbir şey olmamış gibi davranıp, dedikodular üretip, “Erzurumlu iş adamları şehirlerine vefasız davranıyorlar” deme hakkımız olabilir mi? Aslında şehrin genel yapısı içerisinde bu tür tutarsızlıkları ne yazık ki görebilmekteyiz. Halk oyunumuz “bar” için kahramanlık, yiğitlik, erlik destanı olarak tanım yapılır. Türk İslam kültürünün harmanladığı, üstün ahlâkî değerlerle donanmış, numune-i misal bir kişilik ise “Dadaş” olarak bilinir. “İslam mülkünün kilidi” olarak şereflendirilen ve bin bir hatim geleneğinin devam ettirildiği Erzurum’da, acaba kültür mirasımızın bize yüklediği değerleri ne denli yaşıyor, yaşatıyor ve sosyal hayatımıza yansıtabiliyoruz? Zengin manevi mirasımızın öğretileri içerisinde; gıybet, hasetlik, iftira, cehalet, küfür, riyakârlık, dedikodu, nezaketsizlik, hoşgörüsüzlük, sallama denilen bıçak taşıma basitliği, küfürlü konuşma alışkanlığı gibi aşağılık davranışların hayat bulması mümkün olabilir mi? Eğer bu kötü hasletler sosyal yapı içerisinde kabul görüyorsa, bu tablo karşısında kültür mirasımızın bize yüklediği misyonu anlamadığımız ve sorumluluklarımızı yerine getiremediğimiz sonucu çıkmaz mı? Bu tespitler doğrultusunda şehirde ciddi bir kültür erozyonunun yaşandığını ifade edebiliriz. İstihdam azlığı, ekonomik sıkıntılar, zor coğrafi şartlar gibi etkenler göçü tetikleyen sebepler olsa da bu konuda şehirde yaşanan kültürel yozlaşmanın da itici gücünü yok sayamayız. Son yıllarda maddi yönden kalkınma plânları yaparken, işin sosyal ve kültürel yönünü ihmal etmiş olmayalım. Tek kanatlı kuşun uçamayacağı gerçeğinden yola çıkarak, maddi ve manevi kalkınmanın birlikte yol aldığı bir Erzurum özlemimizi tekrar yineliyoruz.
Ecz. Erdal GÜZEL 30.06.2012 / ERZURUM
Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK) Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM
Telefon : (0442) 233 38 20 Tasarım : www.e-erzurum.net