Oyun alanlarımız genellikle sokak, bahçe ve evlerin bacalarıydı. Bir hayli hareketli olduğumdan bacalardan aşağı inmez, oradan oraya atlardım, rahmetli babam beni indirmek için bir hayli uğraşırdı. Karşı komşularımız mahallede Çerkezler olarak bilinirdi, bundan dolayı evin büyüğüne Çerkez Dede, hanımına da Çerkez Teyze diye hitap ederdik. Evin kızları Yüksel abla ve Hayat abla o kadar temiz insanlardı ki onları kendi akrabalarımızdan ayrı düşünemezdik. Çerkezlerin mühendis olan ve DSİ’de çalışan Ali isminde bir de oğulları vardı. Ali ağabeyi sarışındı ve beyefendi bir insandı, başı önünde işine gidip gelirdi. Çerkez dede ince uzun boylu biriydi, başında fötr şapkası vardı, beni gördüğü zaman hemen şaka yapar “Bizim tavukları sen mi çaldın?” der, beni kızdırırdı. Çerkez teyzelerin oturdukları ev bahçeliydi, bahçenin ortasında bir su kuyusu vardı. Annem bu bahçeye oturmaya giderdi, semaver çayının yanında bahçede toplanan terenin civil peynirle birlikte yenmesi de pek güzel olurdu. Karşımızdaki Çerkezlerin evinin yanında Hacı Mirza Sokak’taki bir evin mereğinin bacası bulunurdu. Baca muhtelif yerlerinden çökmüş olduğundan, bacanın üzerinde bir insanın rahatlıkla sığabileceği genişlikte delikleri vardı ve oldukça tehlikeli bir durum arz ederdi. Günlerden bir gün mahallenin birkaç delikanlısı çocukları korkutmak için ellerine sopalar alıp, bu bacanın yanındaki evin bodrumuna gizlenip kendilerine cin süsü vermişler, ister istemez tüm mahalledeki çocukların dikkatlerini çekmişlerdi. Bende bu sözde cinleri görmek için bahsettiğim mereğin bacasına çıkmıştım, heyecandan olsa gerek, geri geri kaçarken bacadaki bu boşluklardan içeri düşmüştüm. Konu komşu toplanıp, yukarıdan korkmamam gerektiğini tembih edip, beni bir müddet konuşturduktan sonra ev sahibini bulup, beni oradan çıkartmışlardı. Bu karanlık yerde uzun bir bekleyiş geçirmiş olmamdan dolayı, rahmetli anamı ve babamı bir hayli üzmüştüm. O yükseklikten taşların üstüne düşmeme rağmen hiçbir yerime bir şey olmaması, Allah’ın bir lütfüydü. Yine böyle ucuz kurtulduğum bir olayı da rahmetli anamın fedakârlığı sayesinde atlatmıştım. Kar yeni yağmış, ağabeyim okula gitmiş, evde anamla benden başka kimse yoktu. Rahmetli anam elime bir teneke verip, öbür elime de bir demir para tutuşturarak Bit Pazarı’nın Salih Kavaz Sokağa olan yüzündeki bakkalı tarif edip, bu parayla gaz yağı alıp getirmemi tembihlemişti. Nasıl olduysa aklım karışmıştı, gaz yağını bilmediğimden, bunu kümes hayvanı olan kaz’a yorumlamıştım, dolayısıyla bir türlü işin içinden çıkamıyordum. Kendi kendime iki kanatlı bir kazın bu tenekeye nasıl sığacağını düşünüp, birazda çekingen tavırlara bakkala girmiş, elimdeki parayı gösterip gaz yağı alacağımı alçak sesle söylemiştim. Beni nasıl bir sürprizin beklediğini bilmediğimden, birazda utana sıkıla beklemeye başlamıştım. Bakkal kocaman bir varildeki sıvıya daldırdığı huniyi tenekeme döktüğü zaman, gaz yağını öğrenip bir güzel rahatlamış, yaptığım işten dolayı da anamdan; “Allah yüzün ak etsin” diye güzel bir dua almıştım. Çocukluğumu doya doya yaşadığım bu sokakta, en güzel günlerimiz de Gölbaşı’nda cambazı seyrettiğimiz günlerdi. Erzurum’a cambaz geldiği zaman, uzun tahta bacaklarla şehri dolaşan biri, tenekeden yapılmış bir megafonla cambazın oynayacağı yeri ve saati söyler, bu şekilde duyuru yapardı. Kırmızı pantolonlu bu tahta bacaklı çığırtkanın yanında gelen birkaç kişide ellerindeki zillerle dikkat çekerlerdi. Evimize yakın olduğu için yani Gazi İlkokulu’nun karşısındaki boş bir arsaya cambaz gelir, müthiş gösteri yaparlardı. İp üzerinde ki cambazlarının gösterileri insanın kanını donduran cinsten olurdu. Cambazlar; ip üstünde bisiklet sürüp insanların yüreklerini ağızlarına getirirler, komedi türü oyunlar sergileyerek de seyircileri gülmekten kırar geçirirlerdi. Süpürge ile birisini tıraş etme sahnesi bayağı ilgi toplardı, ayrıca yerde son derece akrobatik hareketler yaparlar, kılıç yutmalar veya kılıcı karın boşluğundan sokup sırttan çıkartma gibi büyüleyici gösterilerle insanları etkilerdiler. Oyun bittikten sonrada ellerindeki torbalarla veya ters çevirdikleri şapkanın içerisiyle bahşişlerini toplardılar. O zamanlar halkın yegâne eğlencelerinin başında cambaz seyretme gelirdi, Cambazlar genellikle Gölbaşı’na, Gürcükapı Karakolu’nun karşısındaki arsaya veya şimdiki Palandöken Hastanesi’nin yerine gelirlerdi. Daha önceleri ise cambazların tercih ettikleri yer Millet Bahçesi’ymiş. Bununla ilgili bir hatırayı rahmetli Gökalp Olgun Ağabeyi’den dinlemiştim. 1935 yılında Millet Bahçesi’ne gelen cambazlar Mısır Oteli’nde kalırlar ve bahçeye giriş için 5 KRŞ duhuliye alırlarmış. Millet Bahçesi’nde gösteri yapan cambazların Erzurum’dan ayrıldığı zaman, Tozoların Sefer denilen on yaşındaki bir çocuk ortadan kaybolur. Tüm aramalara rağmen çocuk bir türlü bulunamaz ve ailesi çocuktan ümitlerini keserler. Aradan uzun yıllar geçmiştir, Erzurum’a yine cambazlar gelip Millet Bahçesi’nde gösteri yapmaktadırlar. Oyunlardan biri de kazılmış bir kuyunun içine girip, üzeri toprakla örtülen boncuğun gösterimiymiş. Bu oyunu seyre giden Gökalp Ağabey, yüzü gözü toprak içindeki şahsı görür görmez, onun Tozoların Sefer olduğunu anlamış, hemen yanına giderek kendisini tanıdığını söylemiş. Şahıs; Gökalp Ağabey’in yanıldığını, onu tanımadığını söyleyince, Gökalp Abi annesinin kahırdan öldüğünü anlatıp ısrar edince, boncuk lakaplı şahıs birden Gökalp Abi’nin boynuna sarılmış ve ağlamaya başlamış. Kendisinin Tozoların Sefer olduğunu söyleyip, on iki seneden beri bu cambazlarla beraber yaşadığını ve hayat hikâyesini Gökalp Olgun’a anlatmış.
Gülahmet Genel Görünüm
Gülahmet Caddesi’nden Develer Çeşmesi’nin karşısındaki Salih Kavaz Sokağa girip, sağa dönüldüğünde oturduğumuz Yavuzer Sokak başlar ve Balyoz Sokağa kadar devam eder.
Yavuzer Sokak
Salih Kavaz Sokak
İşte bu yol güzergâhının başında Yüncü Zihni’nin büyükçe bahçesi olan evleri yer almaktaydı. Nabi ve Razi Çavuşoğlu kardeşler Yüncü Zihni’nin çocuklarıydılar. Yüncü Zihnigilin bahçesinde hayvanların damgalama işlemlerini izlemek hem içimizi sızlatır, hem de seyretmekten geri duramazdık. Ateşte kızdırılmış demir damga hayvanın etine dokunduğunda müthiş bir koku etrafa yayılır, ayakları bağlanmış hayvan can havliyle çırpınıp dururdu. Yüncü Zihnigilin evin yanında Dinarkomluların evi, onların bitişiğinde ise Laz İdris’in bahçeli evi bulunurdu. Laz İdris’in, Necati ve Nihat isimli iki oğlu vardı, bunlardan Nihat kendini asarak hayatına son vermiş, bu olay sokakta çok uzun yıllar konuşulmuştu. Bu evin bitişiğinde bizim karşı komşumuz Çerkezlerin çukurda olan evleri bulunurdu, onun yanında ise Bonmarşe Mağazası’nın sahibi Lütfü Alyap’ın çatılı evi vardı, burayı daha sonra Muhsin Kaya satın almıştı. Muhlis Kaya’nın Bahattin, Selahattin ve Fahrettin isimli üç oğlu vardı. Evimizin sol tarafında boş bir arsa bulunuyordu, burası basmalık olarak da kullanılırdı, bu arsayı Nuri Kaya Hoca alarak ev yaptırmıştı. Nuri Hoca namuslu ve çalışkan bir insandı, Ziraat Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Mükerrem Kaya’nın babasıydı. Bu arsanın yanı başında ise Hasankale’ye araba işleten Şoför Dursun Şimşir’in bahçeli evi vardı, daha sonra burada bardakçı Nihat oturmuştu. Devam edecek… Ecz. Erdal GÜZEL 16.03.2013 / ERZURUM
Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK) Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM
Telefon : (0442) 233 38 20 Tasarım : www.e-erzurum.net