Menu


Hava Durumu



   Haftalık Yazılar

BİR MARUL BEŞ CANA DEĞER BU YERDE!

 Onlar Anadolu’nun garip köyünden mazlum kulların çocuklarıydı. Kısacık ömürleri hurda yığınları arasında ve çöplüklerde geçti, yoksul ailelerine katkı sağlamak, yaşam savaşında yok olmamak için o minicik elleriyle cam şişe, mukavva, kutu plastik ve metal artıklar topluyorlardı.
Barınakları çadırlarıydı, gelecekle ilgili hayallerini, düşlerini bu çadırda kurarlardı. Beklide kuracak hayalleri bile yoktu acaba neyi düşler en çok nelerinin olmasını arzu ederlerdi, hayallerini neler süslüyordu?
Ömürlerini geçirdikleri çadırlarının ve geçim kapıları çöplüklerin dışında bir dünyadan ne kadar haberdardılar? Benim mitinglerim seninkinden daha kalabalıktı, ben daha dindarım, ben senden daha milliyetçiyim, demokrat ve laikim kavgalarını bilmiyorlardı.
Vahşi kapitalizmin çılgın tüketim ekonomisi her türlü ürünü cazibeli bir şekilde insanların önüne sergilerken, bu çılgınlığın körpe, yoksul bedenlerde yarattığı ruhsal tahribattan kimseler söz etmiyordu.
Zurnacı ailesi Gaziantep’in Nizip ilçesinden Kayseri’ye gelmiş, çadırlarını kurmuş, çoluk çocuk işe koyulmuşlardı. Fakir ve güçsüzdüler, adı sosyal hukuk devleti olan sistemde yaşam standartları açısından tabir yerindeyse ”zurnanın son deliğini” oluşturuyorlardı. Başlarını soktukları Lebiderya tripleks çadırlarının yanması beklide gelecek karanlık günlerin habercisiydi…
Onları ne Cumhurbaşkanı adayı olan Kayserili Abdullah Gül ismi ne de eşleri Hayrunisa hanımefendinin türbanı ilgilendiriyordu. Onlar için bir günün diğer bir günden farkı yoktu. O günde sıradan bir gündü işe koyuldular, gözleri yol kenarına atılmış şişe, plastik veya metal maddeleri arıyordu bir anda yolun karşı tarafına atılmış marulları fark ettiler söz birliği etmişçesine beşi birden süratle marullara yöneldiler, bir anda ölümün soğukluğunu enselerinde hissettiler. Kendilerini pamuk ipliği ile bağlı oldukları hayattan koparacak olan ölüm meleği dört tekerlekli metal yığını halinde aralarına süratle daldı. Asfaltın üstüne yağmur taneleri gibi saçıldılar. Açlığa, soğuğa alışık minicik bedenleri artık acıyı hissedemez oldu. Son bir kez tadamadıkları marullara baktılar, hiç olmayan hayalleri ve hülyaları ile birlikte yaşamdan göçtüler… Her zamanki gibi ateş düştüğü yeri yakmıştı. Araç sürücüsü ehliyetsiz ve süratliydi diye rapor edildi. Olay Türkiye gerçeğinde vakay-ı adiyyeden’ di, ortada yadırganacak bir durum yoktu. Çünkü ülke seçim sathı mahalline girmişti, önemli olan tek şey gündemdi.
Partilerin aday adayları kendilerinin ne kadar dindar ne kadar milliyetçi ve demokrat olduklarını avazları çıktıkları kadar haykırıyorlardı. Onlar haykırdıkça tahta barakalarında evlatlarının acılarını gözyaşları ile yüreklerine gömen Zurnacı ailesinin feryatları sönük yaşamları gibi kaybolup gidiyordu…
Kayseri’de bu insanlık dramı yaşanırken İzmir’de ki Cumhuriyet mitinginde atılan laik ve çağdaş Türkiye sloganları pek de samimi görünmüyordu. Aynı günde iktidar partisi Erzurum’a çıkarma yapıyor, Sn bakanların türbanlı hanımefendilerinin binecekleri son model mercedeslerin ayrıntıları planlanıyordu. İşin acı tarafı Zurnacı ailesi çocuklarını saracakları kefen bezini alacak paralarının olmadığını ifade ederlerken görkemli modaevleri mayo ve tesettür defileleri ile rant peşinde koşmaya devam ediyorlardı.
21.yy Türkiye’sinde hala başı açıklar ve başı kapalılar tartışması sürerken, laikler, sosyal, demokratlar, dindarlar, milliyetçiler ülkeyi biz daha iyi yönetiriz iddiaları ile siyaset meydanlarında hamasi nutuklarına devam ediyorlardı. Ülkede değişen bir şey yoktu, yumruk yine aynı yumruktu nedense el değişmişti.
Beş canı koyacakları mezarların ücretini de ödeyecek maddi güçleri yoktu. Utandılar, sıkıldılar, acıları bir kat daha arttı. Oysa utanması gerekenler küçücük bedenleri çöplüklerde yaşam savaşına iten paslı yürek ve karanlık vicdan taşıyanlar değiller miydi?? Yüzleri kızarması gerekenler, ehliyetsiz araç sürüp hız denemesi yapan magandalarla onlara bu cüretkârlığı veren, yasal tedbirleri almayanlardı.
Ülkemizdeki bu paradoksal yapıyla nasıl birlik ve beraberlik içinde olabiliriz, nasıl mutlu kalabiliriz? Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye de bir pulun düştüğü gerçeği ile yarınlarımızdan nasıl emin olabiliriz.
“Kenar-ı diclede bir kurt kapsada koyunu sorarlar onunda hesabını Ömer’den” öğretisi vicdanlarda ne kadar etkili? Asıl başörtüsü: komşusu aç iken tok yatan bizden değildir, düşüncesini beyinlere örtmek; çağdaşlık ve uygarlık da insanlara ahlaki bir takım sorumluluklar hissettirmek ve o sorumluluğun gereklerini yerine getirmek değimlidir?
Toplum olarak bu kavramdan ne kadar uzağız, günlük yaşantımız “özde değil sözde” ifadesiyle kendini tanımlarken millet olarak sorumluluklarımızın bilincinde olup vicdanlarımızın sesine kulak vermemiz gerekmez mi?
Cenazelerinde ebetteki görkemli kalabalıkların olması düşünülemezdi. Nitekim öyle de oldu, cenaze namazını kıldıran imam her zamanki gibi tüm dinsel ritüelleri yerine getirdi ve en sonunda: “ey cemaat bu ölenlerden razı mıydınız, ahirete intikal eden hak ve hukuklarınızı helal ediyor musunuz” diye sordu. Tüm cemaat helal ediyoruz, biz razıydık Allah rahmet etsin dediler. Oysa ortada bir tuhaflık vardı. Kim kimden razı olacaktı, kim kime haklarını helal edecekti. İlahi güç kimlerden razı olacak kimlerden olmayacaktı? Bunun cevabını vicdan sahibi olanlar çok iyi biliyorlardı. O küçücük canların ait oldukları topluma ve toplumu yönetme sorumluluğunu üstlenenlere haklarını helal etmeyecekleri gerçeğini kimse saklayamazdı.
Yolunuz açık olsun çocuklar Dünyaya günahsız geldiniz ve yine günahsız bir şekilde göçtünüz. Bizleri utançlara gömdünüz.
Geç de olsa sizlerin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramınızı kutlamak isteriz.
Özür direriz…
Ruhunuz şad olsun…

ECZ. ERDAL GÜZEL
25/05/2007

 


Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK)
Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM Telefon : (0442) 233 38 20
Tasarım : www.e-erzurum.net