ERZURUM VE RAMAZAN
İslam dininin temel esaslarından olan oruç ibadetinin idrak edileceği Ramazan ayına girmek üzereyiz. Erzurum’un Ramazan ayına verdiği önem ve ehemmiyet, Erzurumlunun oruç ibadetine karşı hassasiyeti, saygı ve itibarı o kadar bilinir ki Ramazan konusu Erzurumlu ile adeta efsaneleşmiştir diyebiliriz. Bundan dolayıdır ki Ramazan ayı Erzurum’da fevkalade hissedilir ve yaşanır. Kısaca Ramazan ayı Erzurum’un her köşe bucağında, her tüten ocağında ben varım der. Erzurumlu Ramazan ayına ayrı bir özen ve itina ile hazırlanır. Bu aya ait kendisine özgü kültür zenginlikleri içerisinde huşu ile ibadetini yapmaya çalışır. Bu ayın her türlü kötülüğü emreden azgın nefis ile hesaplaşma zamanı olduğu bilinci ile bu zorlu mücadeleden galip gelebilmenin hazırlıklarını yapar. Son yıllarda kültür emperyalizminin vermiş olduğu bazı tahribatlara rağmen Erzurum bu hassas konunun özünden asla taviz vermemiştir. Kapitalist dalganın etkisiyle bazı sapmalar olmuşsa da sağlam kültür mirasımız içerisinde bunların üstesinden geleceğimiz bir gerçektir. “Bizi aldatan bizden değildir” düsturunu ilke edinmiş ahilik kültürüyle pişmiş esnafın Ramazan ayında fiyatları indirerek dar gelirli vatandaşlarında rahat bir oruç tutmaları yönündeki tavrını şimdilerde maalesef sürdüren kalmadı diyebiliriz. Büyük marketler karşısında küçük esnafımızın zam yapmadan fiyatlarını aşağı çekip bir jest yapmaları Ramazan ayının mistik havası içerisinde müşterilerine karşı bir sempati havası oluşturabilir. Bu fırsatın değerlendirilmesiyle hafızalarda ki her Ramazan’da esnaf fiyatlara zam yapar kötü imajı silinip olumlu bir hava estirilebilir. Zekatını vermek için yoksul mahallelerdeki bakkallara gidip bakkalın veresiye defterindeki fakir fukaranın hesaplarını sildiren, bakkalın;”kim ödedi diye sorarlarsa ne söylememi istersiniz?” sorusuna “bir Abdullah(Allah’ın kulu) geldi ödedi” dersin inceliğini hangi kültürde görebiliriz? Buradan yola çıkarak bu tarz bir uygulama ile zorda olan esnafın kasasına paranın girmesi, fakir fukaranın borç yükünden kurtulması, hayır sahibinin zekatını vermesiyle üçlü bir saadet zinciri oluşturulabilir. Başkalarına oruç tutturmak yerine kendi egomuza oruç tutturmanın ibadetin manasıyla ve özüyle ne kadar uygun olduğu ortadadır da her ne hikmetse herhangi bir nedenle oruçlu olmayanlara karşı baskı uygulamanın kazanılacak sevap gibi algılanması ne kadar İslamidir? Şurası bir gerçektir ki baskı riyayı; riyada beraberinde şirki getirir. Yaşayan Kur-an olan Hz. Peygamber’den bu tür davranışların onay alması elbette düşünülemez. Camilerimiz’ de ve genelde her evde okunan Kur-an’ ı Kerim ziyafetlerinden ne kadar faydalanabiliyoruz? İlahi mesajların içeriğinden yeteri kadar nasiplenebiliyormuyuz? “İnmemiştir hele Kur-an bunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak nede fal bakmak için” diyen rahmetli M. Akif’in bu uyarısından kaçımızın haberi var? Acaba Ramazan ayında bazı camilerimizde okunan Kur-an’ı Kerimin Arapçasının yanında meali’ de verilemez mi?
Ramazan ayı boyunca hayırsever vatandaşlarımız adeta cömertlikte yarışıyor. Zekatlar, fitreler, sadakalar, iftar yemekleri, erzak dağıtmalar alabildiğine yapılırda; bir elin verdiğinden diğer elin haberi olmamalı mantık ve usulüne ne kadar uyulur. 5 yıldızlı otellerin 5 yıldızlı iftar sofralarında birbirimizi ağırlarken yemekten sonra ”Allah olmayanlara da versin” duasıyla ne denli ibadet hazzını duyabiliriz.Kurulan iftar çadırlarının üzerine kurum ve kuruluşların reklam ve gösteriş hislerini uyandıran isimleri yerine fisebilillah (Allah yolunda) yazmamız daha uygun olmaz mı? Yine reklamlı imsakiyelerin müesseselerin bağlı olduğu meslek grupları adına bastırılması hem ekonomik, hem de işin aslına uygun olur diye düşünebiliriz. Yaşlı Dünya’mız üzerinde 1,5 milyar civarında İslam dinine inanmış Müslüman nüfusun varlığından söz edilir. Bu nüfusun yayıldığı İslam coğrafyası sosyo ekonomik veriler açısından oldukça sıkıntılıdır. Irak, Afganistan, Filistin gibi İslam ülkeleri emperyalist güçlerin çizmeleri altında ezilmekte, kimi İslam ülkeleri egemen Dünya güçlerinin güdümünde ve idaresinde, kimileri açlık ve sefalet içersinde günlerini oruç tutar gibi geçirmekte, kimileri zevk-u sefa içerisinde petro dolarlar arasında yüzmektedirler. Hemşehrimiz Ziya paşanın; Diyarı-ı küfrü gezdim beldeler kaşeneler gördüm Dolaştım mülkü İslam’ı bütün viraneler gördüm tespitinden bugüne değişen hiçbir şeyin olmadığını üzülerek müşahede etmekteyiz. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” veya “bir mümin’in ayağına batan dikeni diğer bir mümin’in yüreğinde hissetmesi gerekir” gibi bir sorumluluk bilincinden uzakta olduğumuz ne acı bir gerçektir. Bu gün 1 milyon Müslüman’ın katledildiği Irak’ta kardeşlerimiz hangi şartlarda sahura kalkıp oruçlarını tutacaklar; kaçı o gün işgal kuvvetlerinin bombardımanından kurtulup iftar sofrasına oturabilecek? Nasıl bir Ramazan geçirecekler. Bu tablo karşısında bizim nasıl bir Ramazan orucu tutmamız gerektiğini hissetmemiz gerekmez mi? Tüm güzellikleriyle yerleşmiş oruç kültürüyle Ramazan Erzurum’da bir başkadır. Bu Ramazanda kadayıf ve yumurtalı, susamlı pide kuyrukları ile trafikteki sabırsız ve şık olmayan orucun ruhuyla bağdaşmayan davranışları görmememiz en büyük arzumuz olacaktır. Sabır, hoşgörü ve empati sözcüklerini içselleştirdiğimizde ibadetin ruhuna uygun bir Ramazan geçireceğimiz şüphesizdir. Bu münasebetle tüm İslam aleminin Ramazan ayını tebrik ediyor; ne mutlu, hakkıyla oruç tutanlara dua ve temennisiyle esenlikler diliyorum.
Ecz. Erdal GÜZEL Er-vak Başk.
|