Menu


Hava Durumu



   Haftalık Yazılar

DADAŞ’IN TÜTÜN ÖYKÜSÜ

-1- BÖLÜM


Dumanlı hava ile mücadelenin başlamadığı, yani sigara keyifçilerinin keyiflerinin kaçırılmadığı dönemlerdi.

Duvarlarda sigara içmenin yasak olduğuna dair ne bir levha, ne de sigaraların üstünde “Sigara sağlığa zararlıdır” yazısının bulunmadığı, “18 yaşın altındakilere sigara satılmaz” diye bir kuralın olmadığı, bol dumanlı günlerdi.

Sigaranın içinde 4.000 çeşit zararlı maddenin bulunduğundan kimse haberdar değildi, pasif içicilik diye bir kavram hiç bilinmezdi.

Otobüslerde, uçaklarda, resmi kurumlarda, kapalı alanlarda, hastanelerde, velhasıl her yerde ve her şartta sigaraların biri yakılırken diğeri söndürülürdü.

Bu gün çok komik gelen ve inanılması bile zor olan durumları o günlerde görmek çok doğaldı.

Öyle ki hastaneye giden ziyaretçi iki tane sigara alır, birini girişteki kapıcıya rüşvet olarak verir, diğerini de hastaya götürürdü.

Hastane koğuşlarında yatan hastalar, yataklarının üstünde oturur sigaralarını tellendirirler, bazı doktorların ağızlarında sigarayla vizit yaptıkları dahi olurdu.

Sigara kullanmayan doktor oldukça azdı ve sigaranın akciğer kanseri yaptığına, kalp ve damar hastalıklarına yol açtığına dair bilgiler ortada yoktu.

Tıp Fakültesi’nde okuyan ağabeyim Cengiz Güzel, Ankara Göz Hastanesinde ders gördükleri sırada bazı hocaların ameliyat arasında klemple sigara içtiklerini söylerdi.
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi hocalarından halkın “Baba” dediği Tahsin Demirtaş’ta çok sigara içmesiyle bilinirdi.

Kalp krizi geçirmiş bir arkadaşımın başında hastanede beklerken, koridorda çizgili pijamaları ile dolaşan arkadaşım Hacı Semin’i görmüş, yanına gidip geçmiş olsun dileğinde bulunup, bir ihtiyacının olup olmadığını sormuştum.

Odasına gittiğim Hacı Semin, yatağının altına dizdiği sigaraları gösterip “Allah’a şükür, her şeyim var” deyip teşekkür etmişti.

İşin garip tarafı, arkadaşım Hacı Semin kardiyoloji servisinde yatıyordu.
Ağzında sigarası eksik olmayan rahmetli göz doktoru Zeki Sevimli’nin, hastanın gözüne bakarken sigarasının külünü hastanın gözüne düşürttüğü bile anlatılırdı.
Futbol oynadığımız dönemlerdi, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla şehirde sağlık kurumlarında çalışan doktorlar arasında futbol turnuvası düzenlenmişti.
Eczacı meslektaşım Ender Narmanlıoğlu ile beni de Numune Hastanesi takımına dahil etmişlerdi.

Müsabakalar kıran kırana geçiyordu, bir maçta nasıl olduysa kalecimiz sakatlanıp çıkmış, takıma kaleci lazımdı.

Kenarda maçı seyreden Dr. Sadık Yalçın’dan başka Numune Hastanesi’nden kimse yoktu, dolayısıyla Dr. Sadık Yalçın’ı kaleci almıştık.

Maçın ortasında ne görelim, iyi bir sigara tiryakisi olan Sadık Ağabey, uzun samsun sigarasını yakmış öylece kalecilik yapıyordu, bu görüntü o günlerde fazla yadırganacak bir durum değildi.

Siyah beyaz yayın yapan televizyon günleriydi, ülke seçim heyecanındaydı, rahmetli Nevzat Köseoğlu birileriyle açık oturumda tartışıyordu ve tüm tartışmacıların ağızlarında sigara vardı, yani canlı yayındaki bu tartışma sanki de bir kahvehanede yapılıyor gibiydi.

Başbakanlardan rahmetli Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz iyi sigara tiryakileriydi, bu liderleri ellerinde sigara ile TV ekranlarında gördüğümüz çok olurdu.
Dünyada iz bırakmış ünlü isimlerin ağızlarında sigara ile poz verdikleri fotoğrafları hemen her yerde görülürdü okul kitaplarında bile olurdu.

Sultan Vahdettin ve Atatürk bu fotoğraflarda sık gördüğümüz ünlülerdi.
Necip Fazıl’da iyi sigara içenlerdendi, kendisine sigara ile bir soru yöneltildiğinde; “Bu dünyada benim için yanan tek dostum sigaradır” dediği söylenir ve bu cevap keyifçilerin çok hoşuna giderdi.

“İlk nefeste yarılanır sigaram” diyen Ahmet Arif’te şairler arasındaki sigara tiryakilerindendi.

Erzurum’un renkli simalarından rahmetli Ali Karaavcı, Nail Orhon, Haluk Güçlü sigara tiryakisiydiler, sanki de sigarayı yer gibiydiler.

Ermenilerin Alaca Köyü’nde yaptıkları toplu katliamdan yaralı olarak kurtulan ve o dehşet anlarını yaşayan Boyacı İsmail Usta’da çok sigara içerdi.

Bilge bir insan olan İsmail Emi, camilerin hatlarını yazardı ve ilerleyen yaşına rağmen bu işi sürdürürdü.

A. Mumcu Camii’nin hatlarını yazan İsmail Ustayı ağzında sigarası ile iskelenin üzerinde gördüğümüz çok olurdu.

Günümüzde ilerlemiş yaşına rağmen sigara alışkanlığını sürdürenlerden biride Osman Ahlat’tır.

Bu sevimli dedemiz bizim yakın çevremizde saygı duyduğumuz ve çok sevdiğimiz büyüğümüzdür.

Osman dede sigarasını yaktığında; “Ola ele bakmayın, kafaya duman, kalbe iman lazımdır” der ve keyfine bakar.

Bazı tiryakiler ise sigarayı içlerine çekmez, ağızlarında sağa sola götürür dumanını üflerlerdi, bunlara dudak tiryakisi denirdi.

Dudak tiryakisi olanlar bitmekte olan sigaranın ateşi ile diğerini yakarlar, yani dudaklarından hiç sigara eksik olmazdı.

Dudak keyifçilerinden birisi de benim dükkân komşum olan şekerci Ömer Emiydi.
Erzincan Kapısı’nda Memo isimli şalvar giyen bir meczup vardı.

Memo topladıklarını şalvarının içerisine koyar, “Anama götirirem” diyerek etrafta dolaşırdı.

Memo’nun sigara içmesi hiçbir şeye benzemezdi.
Memo ağzına aldığı 5-6 sigarayı birden yakardı, karşıdan bakıldığında Memo’nun kafasında sanki de bir soba bacası tütüyor gibiydi.

Devam edecek….                                                                         ERDAL GÜZEL


-2- BÖLÜM

                         
Bayram hazırlıklarından biri de eve sigara almaktı.
Birkaç çeşit olarak alınan sigaralar evde açılır, sigaralıklara dizilir ve bayram görmesine gelenlere ikram edilirdi.
Masa ve sehpaların üstüne süslü tabaklar içerisine özenle yerleştirilen sigaraların yanında fiyakalı çakmaklar bulunurdu ev sahibi ikram ettiği sigarayı da kendisi yakardı.
Yani sigaranın girmediği ev olmazdı, sigara ikramları sanki de baklava börek ikramı gibiydi.  
Sigara içmek erkek olmanın bir alameti gibi algılanırdı.
Hatta kocası sigara içmeyen bir hanımının etraftaki dedikodulardan çok etkilendiğini ve kocasına sigara içme konusunda baskı yaptığını, adamın sigaraya başladığını ama birkaç yıl içerisinde akciğer kanserinden öldüğünü dahi işitmiştik.
Sigara içmek erkekler arasında öyle yaygındı ki sigara içmeyen için “Ondan herif mi olur” tabiri bile kullanılırdı.
Zaman içerisinde bu kavram da değişti, cadde ve sokaklarda ellerinde sigaralarıyla dolaşan hanımların çokluğuna bakılırsa, sigara içme konusunda da hanımlar inisiyatifi ele aldılar denilebilir.
Y. Mumcu Mahallesi’nin renkli siması Nevriye’nin elinden de hiç sigarası düşmezdi, Nevriye önüne gelene “On başı bir cıgara ver” diyerek dolanırdı.
Tellal Hacer, Sucu Melehe ve kısa boyu ile şehrin maskotu Şefika kuvvetli sigara içen bayanlardandı.
Erzurum’un meçhul meşhurlarından Hak aşığı Sediye ablada sigara kullanırdı.
Sigara içen bayanlardan biri de anamın eski komşularından Azize Ablaydı.
Azize Ablaya kısaca “Ezo” derdik, o eve geldiğinde anam bize gelincik sigarası aldırır, Ezo Ablaya verirdi.
Ezo Abla sigaranın birini yakar diğerini söndürürdü, yaşlı olduğundan sigaranın külleri üstüne başına dökülürdü.
Ezo Abla akşam evden gittiğinde evdeki sigara kokusu bir hafta çıkmazdı.
Gerçi rahmetli babamda sigara içerdi ama böyle bir duman evde olmazdı.
Doktorlar babamın sigarayı bırakması gerektiğini söylemişlerdi, rahmetli babamda sigarayı içmemeye başlamıştı, ama ara sıra evde kalan sigara paketini koklayarak hasret giderirdi. 
Velhasıl toplum olarak o zamanlarda tabir yerindeyse lokomotif dumanı gibi tüterdik, sigara içmek konusunda üstümüze yoktu.
Kısacası caminin haricinde her yerde sigara içilirdi.
Türklerin sigara içmeleri öyle meşhurdu ki tarihte yabancıların kullandıkları “Türk gibi kuvvetli” sözü sigara konusuna adapte edilmiş, yabancıların fazla sigara içenlere “Türk gibi sigara içiyor” diye söylediklerini duymuştuk.
Erzincan Kapı’daki Eski Spor Salonu pek fazla büyük değildi, ama müsabakalar yapılınca iğne atsan yere düşmezdi.
Sigara içmek serbest olduğundan özellikle heyecanlı boks ve güreş müsabakalarında seyirciler sigaranın birini yakar diğerini söndürürdüler ve bir müddet sonra spor salonu dumandan görünmez olurdu.
Sporcular da bu duman içerisinde maçlarını yaparlardı.
Birde bar oynayan dadaşlara oyun esnasında sigara içirtme âdeti vardı.
Dadaşlar bar oynarken, ağızlığa taktığı sigarayı yakan birisi sırayla sigarayı dadaşlardan birinin ağzına götürür ve ona sigarayı içirirdi.
Elinde mahraması olan bu şahıs hangi dadaşa sigara içirecekse, mahramayla ağızlığın arkasını temizler ve öylece sigarayı içirirdi.
Uçağa binmek bir hayli zordu ve oldukça pahalıydı, özellikle de uçağa binmek statü elde etmek gibi bir şeydi.
Otobüslerde olduğu gibi uçaklarda da koltukların arkasında kül tablaları bulunur, uçak havalandıktan sonra sigaralar ortaya çıkar, bir müddet sonra uçağın içerisi dumandan görünmez olurdu.
Uçağın kalkacağı veya ineceği zamanda yapılan anonsta yolculardan sigaralarını söndürmelerini ve kemerlerini bağlamaları istenirdi.
Sigaranın mekruh olduğuna dair bazı duyumlar olsa bile, Naim Hoca ve Gafur Hoca gibi sigara içen hocaların bulunması keyifçiler için iyi bir referanstı.
Sabah namazını Karaköse Camii’nde kıldıktan sonra paça içmek için gittiğimiz Kasımpaşa’daki lokantada, önünde bir demlik çay ve ağzında sigarasıyla Naim Hoca’yı görürdük.
Duman içerisinde kalmış Naim Hoca’nın bu halini görünce, Hoca’nın arka arkaya birkaç sigarayı tüttürdüğünü anlardık.
Medresede çocuklara ders veren Naim Hoca’nın sigara içerken devrin Diyanet İşleri Başkanı olan Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’ya yakalandığı bu gün bile anlatılmaktadır.
Anlatılanlara göre Hoca medresede çocuklara ders okutuyormuş ve uzun bir ağızlığa takılı sigarasını da tüttürüyormuş.
Bir müddet sonra kapı açılmış, içeri gösterişli bir adam girmiş, Hoca biraz kendine çeki düzen vermek istemişse de elindeki ağızlıkla şahsa yakalanmış.
Hoca gelen kişiye “Kurban buyur, hoş geldin” der ve peşinden ismini sorar, şahıs “Ömer” deyince, Naim Hoca işkillenir ve adama “Nasuhi’si de var mı?” diye sorar, şahıs “Var” deyince, Hoca korktuğunun başına geldiğini anlar ve toparlanarak durumu kurtarmaya çalışır, gerçekten gelen Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen’dir.
O devirlerde manzaralar öyle tuhaftı ki berber dükkânlarında ağzında sigara ile tıraş olan müşteri ve ağzında sigara ile müşteriyi tıraş eden berber görüntüleri oldukça normaldi ve yadırganmazdı.
Kadim dostum Yakutiye Milli eğitim müdürü Ahmet Kurt hoca geçmiş zamanların birinde Salasor köyüne bir düğün yemeğine davet edilmiş.
Ahmet hoca davete icabet etmiş ve köye gitmiş,
Hoca köyün girişinde bir bahçe duvarının üzerine dizilmiş her birinin ağzında sigara olan ve yaşları oldukça küçük çocukları görünce müthiş bir şaşkınlık yaşamış.
Gördüğü manzarayı davet sahibine anlatan bu görüntünün çok yakışıksız olduğunu söyleyen hoca aldığı cevap karşısında ikinci bir şok daha yaşamış.
Davet sahibi, böyle bir görüntünün şık olmadığını kabul ettiğini ama düğünlerde küçük çocuklara sigara ikram edip hele o sigaraları büyüklerin yakmasının da bir adet olduğunu Ahmet hocaya söylemiş.
Yine o günlerde büyükler sigaralarını tüttürürlerken, küçüklerde onlara özenir, bir an evvel büyüyüp babaları, ağabeyleri gibi sigaradan nefeslenmek isterlerdi.

DEVAM EDECEK……


-3- BÖLÜM


Genelde Erzurum’daki çocuklar sigarayla; “Kıstik” ismi verilen sigara izmaritiyle tanışırlardı.
Mahallenin biraz büyük olan çocukları daha küçük çocukları sokaklardan kıstik toplamak için gaza getirirler, hatta en uzun boydaki kıstik getiren çocukları da taltif ederlerdi.
O günlerde filtreli sigara hiç bulunmazdı, eğer yerde filtreli sigara kıstiği bulunmuşsa, bu kıstik dereden tutulmuş kırmızı benekli alabalık gibi kıymetli olurdu.
Çocukluğumuzda cadde ve sokaklarda devamlı kıstik toplayan birisi vardı, onu caddede gördüğümüz zaman hemen önden yürür gözümüze çarpan kıstiğe ayağımızla basar dolayısıyla adamın yüreğini ezerdik.
Çoğu erkek çocukları gibi bizimde sigarayla tanışmamız kıstikle başlamıştı.
Bir müddet sonra mahallenin çocukları ile paralarımızı toplayıp, en ucuz tarifeden bir paket sigara alıp, şimdiki İl Özel İdaresi’nin bulunduğu yerlere gider, sanki Allah’ın emriymiş gibi tüm paketi bitirene kadar içerdik, neredeyse midemiz ağzımıza gelirdi.
İmam Hatip’in önünden geçen cadde henüz açılmamıştı, buralar küçük tepeciklerle doluydu ve yağmur sularının biriktiği küçük göller vardı.
Sayımızın az olduğu zamanlar paketin tümünü bitiremezdik, geriye kalan sigarayı bir konserve kutusuna koyar ve bir taşın altına gizler birkaç gün sonra gelip geri kalan sigarayı içerdik.
Arkadaş gurubumuzun içerisinde şu anda milletvekili olan Sn. Adnan Yılmaz’da bulunurdu.
Adnan’ın tavsiyesi ile ağzımıza karanfil koyardık ve sigara kokusundan bu şekilde kurtulmaya çalışırdık.
Bu aşamada babasından, ağabeyinden veya mahallenin büyüklerinden dayak yemeyen yok gibiydi.
Almanya’ya işçi gönderildiği dönemlerde halkın Almancı dedikleri vatandaşlar tatile geldiklerinde beraberlerinde  yabancı sigara ve sigara sarma makinesi getirirlerdi.
İçine tütün konulan bu makine filtresiz sigara yapardı eğer vatandaşın canı filtreli sigara içmek istiyorsa hazır filtrelerden konularak sigara filtreli hale getirilirdi.
Hazır filtre olmadığından  evinde bu makineden olanların sigara meraklısı çocukları yerden filtreli sigara kıstiği toplarlar o kıstiğin filtresini çıkarıp makineye koyarak filtreli sigara yaparlar böylece  kendilerine Maltepe,samsun içiyor havası verirdiler.
Kıstik toplama dönemini atlatmış ,bıyıkları yeni terlemiş gençlerin sigara alacak paraları yoksa onlara en büyük destek annelerinden gelirdi.
Annenin verecek parası yoksa babanın veya ağabeyinin cebinden aşırılan sigaralarla tütün zevki yaşanırdı.
İlerleyen yıllarda sigaranın bazı kulübelerde adet olarak satılmasıyla birlikte parası olmayanlar içinde bir çözüm bulunmuştu.
Ticaret lisesinin önünde kulübesi olan Tahsin emi, adet olarak sigara satanlardandı.
Bugün olduğu gibi o günlerde de her keseye uygun sigara çeşitleri vardı.
Hazır sigaralar şehirde tüketilir, köylerde ise tütün sarılarak sigara yapılır ve içilirdi.
Özellikle tütün veya filtresiz sigara içenlerin, parmaklarının arası veya bıyıkları sigara dumanından sapsarı olurdu.
Şehirden köye giden biri varsa ona; “Bir şehirli cigarası ver de içelim” diye söylenirdi.
Köylere tütün kaçak olarak gelirdi ve genelde bu işi katırların sırtında Muş’tan veya Trabzon’dan tütün getiren satıcılar yaparlardı.
Oltu taraflarında ise Yusufelinin  Hod köyünde kaçak olarak yetiştirilen tütün kullanılırdı.
Oltu taşının yaygın olarak kullanıldığı bu yörede ağızlıklarda şüphesiz Oltu taşından olurdu, bu ağızlıkların Burma,Budaklı ve Düz ismi verilen çeşitleri vardı.
Oltu taşı ustaları pipoya benzer bir ağızlık çeşidi bile geliştirmişlerdi.
 Tütün olmadığı zamanda kurutulmuş mısır püskülünden, ardıç ağacı kabuğundan veya yosundan sigaralar yapılır, sigara kâğıdı yerine ise gazete kâğıdı kullanılırdı. 
Eğer gazete kağıdı bulunamamışsa ilk okula giden çocukların ders kitaplarından koparılan sayfalarla sigara yapılırdı.
Ağacın bol olduğu Şenkaya gibi ilçelerin köylerinde ise vatandaşlar kayın veya pelit ağacından yaptıkları pipolara tütün basarak dumanlarını tüttürürlerdi.
Köylerde “Kesmük” denilen kalın saplar da sigaranın alternatiflerindendi.
Filtreli sigaralar piyasada henüz yoktu, garibanlar İnhisar Müdürlüğü’nün çıkardığı Birinci, İkinci ve Üçüncü ismindeki sigaraları içerlerdi.
Kalitesine göre sınıflandırılan bu sigaralar kâğıt ambalajdaydılar, bu üçlü içerisinde en düşüğü üçüncü sigarasıydı.
Bu evsafta bir başka sigarada Mehmetçiklere verilen Asker Sigarasıydı.
Askeriyede rütbeliler için önceleri Subay sigarası vardı daha sonra bunun yerini Silahlı Kuvvetler Sigarası almıştı, bu sigaralar  o günün şartlarında oldukça lüks sayılabilir cinstendi ve filtreliydiler.
Filtresiz sigaralar içerisinde kâğıt ambalajlı Bafra ve Bitlis Sigaraları orta direk tarafından tercih edilirdi.
Karton ambalajlı Gelincik ve Bahar Sigaraları genellikle hanımlar tarafından beğenilirdi.
Sağ ve sol ayrımıyla gençlerin birbirlerine kırdırıldığı günlerde her şeye ideolojik bakılırdı.
Bakış açısı sigara kutularındaki logoya veya sigara isimlerine bile sirayet etmişti.
Bahar sigarasının kutusunda bir logo vardı, bu ters çevrildiğinde ve kenarlarından çizildiğinde bir Çinliyi andıran görüntü oluşurdu ki bu resim Mao’nun resmi olarak yorumlanırdı.
Birinci Sigarası’nı devrimci gençler kullanırlardı, sağcı gençlerde Birinci kelimesinin tersten okunuşu olan “İcnirib” kelimesini Stalin’in doğduğu yer olarak bilirlerdi.
Karton ambalajlı bir başka sigara olan Yenice’yi ise kuvvetli tütünü bulunduğundan dolayı tiryakiler içerlerdi.
Yaka Sigarası ise siyah renkteydi ve bayağı gösterişli bir sigaraydı.
Bir başka doyurucu sigara ise Kulüp’tü, bu sigarayı faytoncular çok içtiklerinden, adı faytoncu sigarası olarak kalmıştı.
Yeni Bahar,Sipahi, Yeni Harman, Hanımeli ve Çamlıca Sigaralarını ise biraz hali vakti iyi olanlar içerler, Çamlıca Sigarası mentollü olması bakımından hanım sigarası olarak tanınırdı.
Halk arasında “Paşa Pantolonu” ismi verilen Hususi Kokulu Sigara ise bizim görmediğimiz, ama duyduğumuz sigaralardandı.
Karton ambalajlı sigaraların arka tarafları genelde not defleri olarak kullanılırdı.
En fazla gençler ve orta halliler tarafından tüketilen sigara Bafra Sigarasıydı, ilerleyen yıllarda Samsun, Maltepe gibi filtreli sigaralar piyasaya çıkınca, Bafra’nın da filtrelisi yapılmıştı.
23 Temmuz Erzurum Fuarı açıldığı zaman, bir de “Erzurum Doğu Fuarı” isminde filtreli bir sigara çıkartılmıştı.
Erzurumspor için çıkartılan filtreli bir sigara vardı ki o da mavi beyaz renkteydi.
Sigaranın parlak dönemlerinde resmi kurumların çıkardıkları sigaralar vardı, bunların başında Meclis Sigarası gelirdi ve ayrıcalıklı bir sigaraydı.
Türk Hava Kurumu’nun, PTT’nin çıkardığı sigaraların yanında, İzmir Fuar Sigarası, Polis Sigarası, 27 Mayıs Sigarası da beğenilen sigaralardı.
Diplomat isminde siyah bir kutu içerisindeki sigara ise ismine uygun bir ağırlıktaydı.


4- BÖLÜM


Sigara kutuları ise çocukların vazgeçilmez oyuncaklarıydı.
Çocukluğumuzda papel oynamak ismi verdiğimiz bu oyun hepimizin vazgeçilmez keyfiydi.
Sabahın erken saatlerinde cadde ve sokaklarda boş sigara kutusu aramak ise en önemli işimizdi.
O devirlerde sigaranın zararları bilinmediğinden bir hayli sigara tiryakisi vardı, öyle ki 70 Cent’e muhtaç olduğumuz dönemlerde margarin, tüp, sigara, benzin yoklar arasındaydı.
Ankara’nın Sıhhiye semtinde bulunan Tekel satış yerinde öyle bir sigara kuyruğu olurdu ki zannedersiniz ki karne devrinde insanlar fırınların önünde ekmek bekliyor.
Sigara bulunmadığı için arkadaşlar arasında sigara ikramları fazla olmazdı, yani Alman usulü yapılırdı, herkes kendi sigarasını yakardı.
Gömlek cebine koyulan ve köşesi açılmış sigara paketinden bir adet çıkarıp kimseye ikram etmeden yakmak hiç de şık olmazdı.
Birde üzerinde sigara taşımayan ama etraftan otlanan beleşçiler vardı, bunlara da “Otlakçı” denirdi.
Sigara paketi, ceket veya gömlek ceplerinde taşındığı gibi yaz günlerinde çorap içerisinde de taşınırdı çorap bir nevi zulaydı.
Birde kulak arkasına sigara koymak alışkanlığı vardı.
 Bu kulak arkası uygulamasını daha çok kahvehanelerdeki garsonlar,marangozlar,duvar ustaları ve ağzında sigarası olup da kendisine sigara ikram edilen kişiler yapardılar.
Dövizin ve yabancı sigaraların yasak olduğu o günlerde İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde tombalacılar Palmall, Dunhıll ve Kent gibi yabancı sigaraları kaçak olarak satarlardı.
Köylerde genellikle sarma sigara içilirdi, şehirde de bunun meraklıları yok değildi.
Özellikle kaçak olarak alınan tütün bir güvecin içerisine yerleştirilir ve üstüne kurumaması için nemli bez konurdu.
Tabakaya konulmuş tütün üzerine ise bu maksatla bağa yaprağı yerleştirilir ve kurumanın önüne geçilirdi.
Vatandaşın kullandıkları tütün tabakaları da maddiyatla ilgiliydi, zenginlerin kullandıkları gümüş tabakalar yanında üzerinde ay yıldız olan tabakalar da oldukça yaygındı.
 
Sigara ve tütün konulan iki çeşit tabaka mevcuttu.
Sigara tabakası daha dar olurdu tütün tabakası ise derin olurdu.
Daha sonraları da tütünü saran makaralı tabakalar piyasaya çıkmıştı.
Tabakaların en meşhuru Van yapısı olan savatlı gümüş tabakalardı ki bu tabakaların üzerinde Osmanlıca yazı ile o günün pulu bulunurdu.
Köy odasındaki sohbetlerde sigara saran kişi tabakasını uzatır ve o tabaka ortada dolaşır bu şekilde bir ikram yapılmış olurdu.
Günümüzde hazır sigara içenler fazla olsa da tütün kullanma geleneğini sürdürenlerde yok değil.
İki parmak ortasına yerleştirilen kâğıda özenle yerleştirilen tütünün sigara şekline dönüştürülüp kâğıdın iki yakasının birleştiği yerin dilin ıslaklığı ile yapıştırılması ve hazırlanan sigaranın ağızlığa takılıp yelek cebinden çıkarılan muhtar çakmağı ile yakılıp dumanın tüttürülmesi keyifçiye müthiş bir haz verirdi.
Tanıdıklarımız içerisinde  sarma sigara içenlerden bazıları Sancak Karaavcı, Hamza Urvasızoğlu ve Ahmet Katmer’di.
Eskiden olduğu gibi at ve katır sırtında köylerin ıssız yerlerinde satılan tütünler bugün İhmal Camii’nin civarında ve Mahallebaşı’nda rahatlıkla satılmaktadır.
Tütün satıcıları, ekonomik olmasından ve içerisinde katkı maddesi bulunmamasından dolayı sarma sigaranın daha avantajlı olduğunu savunmaktadırlar.
Muş, Adıyaman ve Trabzon tarafından gelen tütünlerin sert, tatlı sert, yumuşak, mülayim gibi çeşitleri mevcuttu.
Çelikhan Tütünü ise en fazla tercih edilen tütündü.
Sigara ve sarma tütün içenlerden başka şehirde pipo meraklısı olanlar vardı.
Baro Başkanı Rahmetli Abdulkadir Eryurt, Prof.Dr.Kaya Bilgegil, Av. Turan Tufan Yüce,Ecz. Gürbüz Yurdalan,İrfan Pasin ve hayatta olan Kızılay Başkanı Mithat Turgutcan fötr şapkaları ve ağızlarında pipoları ile çok şık görünürlerdi, arkadaş çevremizden olan Dr. Ali Kurt’ta bir dönem pipoya merak sarmıştı.
En son piposuyla gördüğümüz ise Ecz.Recai Uzunlardı.
Sigara içenlerin aksesuarlarından biri de şüphesiz ağızlıklardı.
Yasemin Ağızlık, Sarı Kehribar Ağızlık, Gerneşe Ağızlık, Oltu Taşı Ağızlık, Sıkma Ağızlık, Telkari Ağızlık, üstü Savatlı Gümüş Ağızlık, Andız Ağızlık, Damla Ağızlık, Fiber Ağızlık, Demirhindi Ağızlık, Akik Ağızlık gibi çeşitleri vardı.
Bazı ağızlıkların közlükleri düşük ayarlı altından yaptırılırdı ve bunun üzerine de şahsın isminin baş harfleri yazdırılırdı.
Elma ağacından ve gürgenden yapılan ağızlıklarda piyasada bulunan ağızlık çeşitlerindendi.
Bu çeşitlerin yanında daha kibar görüntüleri olan hanım ağızlıkları vardı.
Gördüğümüz en fiyakalı ağızlık Kolonyacı Hafız Emi’nin top kısmı limoni kehribar olan gümüş ağızlığıydı.
Hamam işleten İlhami Arzuti de mercan tespihi, gümüş tabakası ve kehribar ağızlığı ile meraklılar arasındaydı.
Dreş Memmet, Tahmisçi İhsan Emi, Saraç Miğdat, Paşa Kobaza,Hafiz Binali,Marancı Yahya,Canip Kadanalı,Hacı Yaşar Yeğin(Kor Yaşar) ve  Dadaş Necati Tutaç’ta tabakaları ve tespihleri ile hatırlananlar arasındadırlar.
Gürpınar Sineması’nın sahiplerinden Zülâl Bey’in iyi bir ağızlık koleksiyonu bulunurdu.
Yolu Sivas’tan geçenlerin getirdikleri küçük ebatlarının yanında bir metreyi bulan uzunluktaki Sivas Hatırası yazılı ağızlıklar ile Eskişehir Lüle Taşı’ndan yapılmış ağızlıklar pek gösterişli olurlardı.
Sigaranın zararlarının yavaş yavaş duyulmasından sonra piyasaya süzgeçli ağızlıklar çıkmıştı.
Ağızlığın içerisine yerleştirilen tüp şeklindeki süzgeçler birkaç içimden sonra katranlaşırdı ve insanlar sigaranın zararından kurtulduklarını zannederlerdi.
Zararın farkında olup da zararı azaltmak için değişik metotlar uygulayanlarda yok değildi.
Toparlak köyünden yaşlı bir  kişinin tütünün zararlı etkilerini azaltmak düşüncesiyle uyguladığı orijinal bir metodu yine Ahmet Kurt hocanızdan dinlemiştik.
Bu tiryaki Muş’tan özel olarak getirdiği tütünü bir güvece basar  arasına iki tane ayva koyar ve güvecin ağzını dalak balı ile kapatarak ters çevirir bir sene bekletirmiş.
Bir sene sonunda kaldırdığı dalak balının zifirle dolduğunu görür ve zehrini aldığını zannettiği tütünü bir güzel içermiş.
Gerçi sigara içmek için bahane boldu, efkârlı ve sevinçli günler bu bahanelerdendi.
Duman öyle etrafımızı sarmıştı ki “İster zengin ol ister fukara, yemekten sonra yak bir sigara” diye bir deyim dahi yaygın olarak söylenirdi.
Fazla sigara içenler uyarıldıklarında “Atın ölümü arpadan olsun” gibi teselli sözleri kullanırlardı.
Sigarayı yakmak için kullanılan çakmaklar, tütün alışkanlığı olanların en önemli aksesuarlarından biriydi.
Her ne kadar Tekel’in ürettiği ve üzerinde “Vasati 40 Çöp” yazılan kibritler fazlaca kullanılsa da çakmakların ayrı bir yeri vardı.
“Kav çakmak” ismi verilen bu çakmaklar  biri çakmak taşı diğeri ise normal taş olmak üzere iki taştan ibaretti.
 Bazı yerlerde normal taş yerine demir çubuk kullanıldığı da olurdu
 Bu taşlardan biri diğerine sürtülerek kıvılcım elde edilirdi.
 Bu çıkan kıvılcımların, kav ismi verilen ve su kenarlarında yetişen bitkinin yapraklarının alt tarafında bulunan kurutulmuş ince zarın tutuşturmasıyla ateş elde edilirdi.
Kolay tutuşan bu zarın yerine bez parçası da kullanılırdı.
Taş devri görüntülerini akla getiren  bu iki taş ve fitil görevi yapan bez başka bir beze sarılarak ceplere konurdu.
İptidai çakmakların biraz daha gelişmiş hali ise sarıdan yapılmış, küçük bir kutunun içerisinde bulunan iki çakmak taşından ve benzinli pamuktan ibaretti.
Çakmak taşlarından birisi kutuya sabitlenmiş olarak bulunur, ikici taş ise seyyardı, ona kaybolmasın diye ip bağlanırdı.
Kutunun altında ise benzin dökülmüş pamuk vardı.
Yakma işlemi çakmak taşlarından seyyar olanının sabit taşa vurulmasıyla ortaya çıkan kıvılcımın benzinli pamuğu tutuşturması ile oluşurdu.
Bu çakmaklar bir dönem Tekel kibritlerinin satılması için yasaklamış, dolayısıyla bu çakmakları kimse üzerinde taşımaz ve evlerindeki zula yerlere saklarlarmış.
Önceleri kullanılan fitilli çakmakların yerini sonraları benzin ile çalışan muhtar çakmakları almıştı, bilahare fantezi çakmaklar ile gazlı ve manyetolu çakmaklar çıkınca bunlarında pek kıymetleri kalmamıştı.
Çakmakların benzini tayyare benziniydi, yani her benzin kullanılmazdı.
İbelo markalı çakmaklar keyifçilerin gözdesiydi, o günlerde hem az bulunurlardı, hem de pahalılardı.
Cadde ve sokaklarda “Çakmaklara taş, benzin” diye bağıran seyyar satıcıların sayıları da az değildi.
Bir dadaşın üzerinde taşıdığı en önemli şeyler tespih, tabaka ve ağızlıktı.
Dışarıdan görenler için tespih,tabaka ve ağızlık üçlüsü her ne kadar hoş bir görüntü ifade etmiş olsalar da bunların taşınmasının arkasında farklı bir düşünce yatardı.
Gümüş tabaka,Gümüş ağızlık ve Kuka tespih’in o günün şartlarında epeyce maddi karşılığı vardı.
Yani bu üçlü bir hayli para ederdi.
İşte bunları taşıyanlar yarın emri hak vaki olursa tabakayı,tespihi ve ağızlığı satıp cenazemizi kaldırırlar,yani kimselere muhtaç olmayız diye düşünürlerdi..
Evin erkeği evinden bir şey getirttirecekse, gönderdiği kişiye kendi tabakasını verir, eve giden kişi ilk önce tabakayı göstererek kendisini ev sahibinin gönderdiğini ispatlamış olur ve istenilen şeyi alıp getirirdi.
Çakmağı ve kibriti olmayan sigarasını yakmak isterse, yoldan geçene; “Ateşin var mı” diye sorardı.
Aradan yıllar akıp geçti, sigara içenler artık dünyanın her yerinde üçüncü sınıf bir uygulamaya tabi tutuluyor, sigara hayatın çoğu alanından atılıyor.
Alınan tedbirler, verilen eğitimler dumansız bir havayı sağlamamış olsa da sigara ile mücadelede belli bir aşama sağlandığı tartışmasızdır.
Başlaması kolay, bırakması bir hayli zor olan bu alışkanlığın sağlam bir irade sonucunda veya tıp desteği alarak bırakılması ise bir başka keyiftir.
Günde beş paket sigara içen ve hayatta sigarayı bırakamaz dediğimiz insanların bu alışkanlıktan kurtulduklarına şahit olunca, insan iradesiyle her işin üstesinden geleceğine kanaat getiriyor.
Sigarayı bırakanların yanı sıra, sigaraya başlama yaşının düşmesi ise hayatın kısır döngülerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Duman avcıları iz peşinde olsalar da “Sigaramın dumanı / Yoktur yârin imanı / Altından köşk yaptırdım / Gümüşten merdivanı” türkülerini duymuyor olsak da sigara dumanının uzun bir süre daha tüteceği söylenebilir.
Dumansız bir dünya temennisiyle…


Ecz. Erdal GÜZEL

 


Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK)
Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM Telefon : (0442) 233 38 20
Tasarım : www.e-erzurum.net