Toplu yaralanmaların olduğu olay yerinde, yaralılara yapılacak ilk yardım konusunda, bazı önemli, temel kurallar vardır.
Şöyle ki, olay mahalline giden sağlık ekipleri, ilk önce hangi yaralılardan başlayacaklarını bilirler.
Tercih, sesi ve bağırtısı en fazla olan yaralının, bağıracak gücü ve eforu olduğu düşüncesiyle, sonraya bırakılması doğrultusundadır.
Sesi soluğu hiç çıkmayana öncelik tanınmasıyla işe başlanır.
Bu kural sosyal hayatımız içerisinde, bazı konularda ufkumuzu açmak için ideal bir kriter olarak değerlendirilebilir.
Yaşadığımız çevrede, kişilik zaafları olan bazı şahıslar görülür ki, kendilerine; toplum içerisinde yer bulma, fark edilme, saygınlık ve itibar görme düşüncesiyle, toplumun en hassas olduğu kutsalları ağızlarından düşürmeyerek, adeta kendilerinin ne kadar dine, bayrağa, vatana vs. âşık olduklarını bir mecnun edasıyla, bozuk plak gibi işlerler.
Boyunlarına bir davul takıp, tellal gibi ortalıkta dolaşmadıkları kalır.
Normal, mütedeyyin kesimlerde yükselmeyen bu seslerin, kimi şahsiyetlerde olması, elbette ki izahı yapılabilecek bir durumdur.
Kısaca inandıkları değerlere sadakatle bağlı büyük kesimlerin, bu özelliklerini yüksek sesle dillendirmeyip gönül, fikir ve eylem plânlarında yüce duygularını sessizce taşırlarken birilerinin avazları çıktığı kadar, kendilerini yırtarcasına bir takım ulvi hassasiyetlere sahip olduklarını duyurmak istemelerini normal bir durum olarak değerlendiremeyiz.
Çünkü akıl sahipleri böyle zoraki ispatların altında yatan şeyin bazı eksiklikler ve niyetler olduğunu bilir.
Acaba bu tür feryatların maksadı kendilerinde olmayan şeylerin üstünü örtmek midir, bilinmez.
Fazlaca yapılan yeminler gibi inandırıcılığı olmayan bu durumların, bariz bir şekilde sırıttığını söyleyebiliriz.
Birtakım ulvi özelliklere saygı göstermek ve onlara yürekten inanmak şüphesiz herkesin saygı duyacağı bir güzelliktir.
Bu vasıfları taşıyanların başkalarına kendilerini ispat etmeleri ve inandırmaları gibi bir kompleks içinde olamayacakları muhakkaktır.
Tersi durum ise sahte kişiliklerin paranoyak taktikleridir diyebiliriz.
Bu hastalıklı kişiler; tek sermayeleri olan kutsalları, bıkmadan usanmadan sarf eder ve cömertçe harcarlar.
Çünkü böyle bir sermayenin her yerde geçer akçe olduğunun farkındadırlar.
Hep kendilerine sorulsun ve kendi istekleri doğrultusunda işler yürüsün diye hokkabazlıktır ki yaparlar.
Palavra avcıları; laik, muhafazakâr, milliyetçi, demokrat avlanma sahalarını tercih ederler.
Genelde silâhları; hapishane hikâyeleri, türban, insan hakları, özgürlük, Kemalizm ve demokrasidir.
Her gün yel değirmenleriyle kahramanca söz düellosu yaparak, gündemde kalmaya ve dikkat çekmeye özen gösterirler.
Bu nasıl bir insanlık hâlidir ki ölüm gerçeğini bile hatırlamazlar.
Bu tür sakat kişilikler, toplumun kendilerini çok vatansever, demokrat, lâik; bayrak, millet ve din sevdalısı olarak görmelerini isterler.
Bundan büyük haz duyarlar.
Ancak sevdalandıklarını söyledikleri değerlerin bu tür şahsiyetleri sevmeleri asla mümkün görülmemektedir.
Son yıllarda millet olarak tanık olduğumuz olaylar, çerçevesini çizmek istediğimiz bu konuyu teyit eder niteliktedir.
Ali Kalkancı, Müslim Gündüz ve Hüseyin Üzmez gibi isimlerin karıştığı olaylara bakılınca durum net olarak ortaya çıkmaktadır.
Elinden ve dilinden herkesin emin olduğu insan profilleriyle bu sahte kişilikleri yan yana getirdiğimiz zaman fotoğrafı net bir şekilde görebiliriz.
En büyük ebatlı bayrakların altında vatanımı seviyorum sloganlarıyla dolaşıp vatana yararlarından çok zararları dokunanları, vatanın sevmesi düşünülebilir mi?
Tek yönlü bir sevginin sevgi olamayacağı apaçık ortadadır.
Bayrağı, camiyi ve Anıtkabir’i arkalarına alıp önüne gelenlere taş atmak bunların genel stratejileri arasındadır.
Kutsalların bekçiliğine soyunan istismarcıların “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusuna verecekleri olumlu bir cevap yoktur.
İlk yardım konusunda olduğu gibi değerlerimizi özel bir gayretle, fazlaca yüksek sesle dillendirenleri son sıralarda değerlendirmemiz, düşünülmesi gereken bir durum değil midir?
Ne de olsa elimizde iman ve karakter ölçen bir aletimiz yok.
Ahlâk, erdem ve fazilet söylemlerini sıkça sarf edenlerin arka plânlarında bir ahlâksızlığın yattığı endişesini, tanık olduğumuz olaylardan dolayı göz ardı edemeyiz
“Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var.” diyebilecek yüreklere selâm olsun
Erdal GÜZEL
Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK) Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM
Telefon : (0442) 233 38 20 Tasarım : www.e-erzurum.net