Onlar Türk edebiyatının zirvelerinde yer almış usta şairlerdi. Her ne kadar zıt dünya görüşlerine sahip olsalar da önemli ortak noktaları tartışılmaz sanatkârlıklarıydı. Değişik üslupta kalemlerini kullandılar. Birisine "Geri adam" diğerine "Vatan haini" yaftası yakıştırılmıştı. Mevcut sistemle barışık değillerdi, suçlandılar, hapishanelerde yattılar. Biri; "Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde" dizeleriyle düzeni eleştirirken, vatan hainliğiyle suçlanan diğeri; "Dünyada vatandan aziz şey var mı beyler, bu vatana nasıl kıydınız?" diyerek aynı hedefe oklarını bir başka tarz ile gönderiyordu. Çocuklarının isimleri Mehmet'ti, arkalarında silinmez izler ve milyonlarca hayran kitleleri bırakarak gittiler. İdeolojik fırtınaların estiği dönemlerde, kalemleriyle taraftarlarının heyecanlarına enerji kattılar. Düşünce ve özgürlüklere pranga vurulduğu dönemlerde "Yarın bizim, elbet bizimdir, gün doğmuş, gün batmış, ebet bizimdir" satırları sağ ideoloji için hayat iksiri olurken, "Güneşe akın var, güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın" dizeleri de sol ideoloji için doping etkisi yapıyordu. Birbirleriyle oturup konuştukları ve sohbet ettikleri bilinir amma taraftarlarının geçmiş dönemlerde bu tür bir yaklaşımları göstermediği de ne tuhaf bir çelişkidir. 80 öncesi gençliğin vazgeçilmez kalem ustaları Necip Fazıl ve Nazım Hikmet, ölümlerinin 25 ve 45'nci yıllarında çeşitli toplantılarla, kendi fikir yapılarına yakın platformlarda anıldılar, şiirleri okundu, sanatları ve yaşamları anlatıldı. Ne gariptir ki; toplum olarak, yıllar sonra onları anlamaya çalışıyoruz. Düşünce yapıları ve dünya görüşleri farklı olsa da, bir takım ortak özelliklerinin olduğunu bilmekteyiz. N. Fazıl ve N. Hikmet şairlik yönlerinin anlatıldığı bir etkinlikte beraberce anılabilirler miydi? Dinler arası diyaloglar için emek ve çabaların sarf edildiği bu ortamda böyle bir düşüncenin gerçekleşme ihtimali olabilir miydi? Böyle bir tablonun yaşanması farklı düşünce grupları arasındaki ön yargıların ortadan kalkmasına sebep olabilirdi diye düşünmekteyiz. En azından; Necip Fazıl Kısakürek'in Palandöken'i anlatan şiiri ile
"Bir gün Palandöken dağından geçtim, Artık son ışıklar sönüp çakarken; Ta uzakta eski bir hanı seçtim, Yolcular önünde ateş yakarken.
Bu dağlar ne yaman, ne yüce dağlardı, Başında bir bora döner, çağlardı. Derindeki sesler o sadalardı, Köpüklü ırmaklar durmaz akarken.
Kat kat bulutları başımla deldim. Çıktım, çıktım, en dik yerime geldim; Birdenbire bir kuş gibi yükseldim, Başımı kaldırıp göğe bakarken..."
Nazım Hikmet'in Erzurum için yazmış olduğu;
"Erzurum'un düzdür, topraktır damı Erzurum güzelleri giyer, balam İncecik ak yünden ehramı Yürek boynun büker, balam Erzurumlu türkülere Halim selimdir Erzurum'un adamı Ve lâkin dönmesin gözü bir kere
Erzurum'un kışı zorludur balam Buz tutar yiğitlerin bıyığı Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam Kabullenmez yılgınlığı…"
Mısralarını ortak bir güzellik olarak kabul edebiliriz. Bu ülkenin edebiyatına ve fikir hayatına büyük katkıları olan, her iki ustayı saygı ve şükranla hatırlıyor ve yâd ediyoruz.
Erdal GÜZEL 16/06/2008
Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK) Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM
Telefon : (0442) 233 38 20 Tasarım : www.e-erzurum.net