Menu


Hava Durumu



   Haftalık Yazılar

Gurbetçi Paraları

   İkinci dünya savaşından yenilmiş ve yerle bir olmuş vaziyette çıkan Almanya, kısa bir süre içerisinde toparlanıp, eskisinden daha güçlü olarak ayağa kalkmıştı.



Kan ve barut kokuları arasında, eşine az rastlanan bir kalkınma seferberliği başlatan Almanlar, o dönemde kurdukları yeni sanayi işletmeleri için vasıflı veya vasıfsız işçilere ihtiyaç duymuşlardı.



Bu konuyla ilgili olarak, eski müttefikleri olan Türkiye'nin kapısını çaldılar.



Görüşmeler yapıldı, neticede 1961 yılında karşılıklı imzalanan anlaşmalar doğrultusunda, Türk işçilerine Almanya kapıları açılmış oldu.



Şehirlerden ve köylerden gelen Anadolu'nun fukara çocukları, Alman doktorlar tarafından dişlerine varana kadar sağlık kontrolünden geçirildiler.



Sağlam ve el verişli olanlar anılarını, hayallerini, korkularını, ümitlerini, tahta bavullarıyla beraber alarak, meçhule giden bir gemiye biner gibi, Sirkeci garından trene binip gurbet yolculuğuna çıktılar.



Çoğu köylerinden ilk defa ayrılıyordu, teknoloji ile büyük şehirlerin görkemli ihtişamlarıyla ilk defa tanışıyorlardı.



Dağıtıldıkları Alman şehirlerindeki iş yerlerinde sabırla, fedakarlıkla çalıştılar.



Alın terlerini, emeklerini yabancı bir ülkenin kalkınmasında sarf ettiler.



Aldıkları ücretler, edindikleri sosyal haklar, Türkiye'deki emsallerinden oldukça iyi idi.  



Tasarruf yaptılar, kıt kanaat geçindiler, az yediler, az masraf ettiler, acılarını, hasret gözyaşlarını kalplerine gömdüler.



Yabancı bir kültürün içerisine tepeden inme atılan bu vatandaşların yaşayacakları muhtemel sosyal, kültürel ve psikolojik zorluklar, o günün şartlarında ilgili ve yetkililer tarafından iyi hesaplanamamıştı veya kimsenin böyle bir endişesi yoktu, nasıl olsa ülkenin işsizlerine iyi imkanlarla iş bulunmuştu ya…



Kiliselerden çan seslerini duydukları zaman, kulakları ezan sesi duymak istedi, ilk cenazelerinde en büyük şoku yaşadılar.



Gün geçtikçe alıştılar, birbirleriyle yakınlaştılar, korkularını atıp, düzenlerini oluşturmaya başladılar.



Bu süreç içerisinde kazandıkları paralarla, ayrıldıkları köylerine, şehirlerine otomobillerle döndüler.



Çarpıcı renkteki kıyafetleri, yandan tüylü fötr şapkaları ve ellerindeki radyolar ile gurbetçi tipi oluşturdular.



Zamanla tasarruf ettikleri paralarını yatırıma dönüştürme düşüncesine girdiler, ev, arsa, dükkan vs. alımlarına yöneldiler.



Ekonomik istismarın belki de ilk tokadını bu alanda yediler.



Paralı oldukları anlaşılmış, bu durum bazı uyanıkların iştahını kabartmıştı.



Artık emlak sektörünün en iyi müşterileri, gurbetçiler olmuşlardı.



Birçoğu alın teri ile kazandıkları paralarını, sektörün üçkağıtçılarına kaptırmışlardı veya aldıkları emlaklar için fahiş fiyatlar ödemişlerdi.



Vicdansızlar için gurbetçi paraları kolayca vurulacak av olarak gözükmekteydi.



Bu acı tecrübelerden sonra yatırımlarını başka alanlara kaydırma düşüncesine girdiler.



Yıllar itibariyle çoğaldılar, eş ve çocuklarını yanlarına getirdiler, Avrupa'nın başka ülkelerine yayıldılar.



İştah kabartan mevduatları, yabancı bankalarda yığılmıştı.



Bu durum bazılarının gözünden kaçmadı.



1980 öncesinin ideolojik örgütlerinden bir kısmı kokuyu almışlardı.



Ülkedeki bazı teşkilatlar, dernekler, vakıflar ve siyasi partiler Almanya'ya taşındılar.



Nabza göre verilen şerbetlerle kolayca taraftar buldular, yandaşlarının paralarını toplayarak, Anadolu'daki örgütlerine para transferi yaptılar.



Artık devletten başka herkesim, gurbetçilerin milli ve dini hassasiyetlerine, sözde sahip olmaya çalışıyorlardı.



Gavur memleketlerinde camiler, mescitler, cem evleri, dernekler vs. açıldı.



Konferansların, etkinliklerin ardı arkası kesilmez oldu.



Gurbetçi kesim ikinci kuşakla yad ellerinde mücadele verirken, sorunlar da katmerleşerek büyüyordu.



Bu sürede İran'da İslam devrimi gerçekleşmiş, dünyada esen İslam rüzgarı gurbetçilere de ulaşmıştı.



Bankalara yatırılan paranın faize ve küfre hizmet ettiği düşüncesi yaygınlaştırıldı.



Gurbetçilerin hedefteki paraları kar ve zarar ortaklığına dayalı çalıştığı söylenen finans kurumuna veya Anadolu'da kurulan holdinglere ve şirketlere yatırıldı.



Gurbetçiler damardan yakalanmış, en hassas yerlerinden avlanmışlardı.



Verdikleri paralarla İslam'a ve ülkeye hizmet edeceklerine, aynı zamanda da faizsiz, helal kazanç sağlayacaklarına inandırılmışlardı.



Sonunda yine hüsran yaşadılar, paralarının üstüne bir bardak su içmeleri tavsiye edildi.



Şirketleri, holdingleri, siyasi yapıları, dernek ve vakıfları besleyen gurbetçi paraları, en son olarak Alman mahkemelerinin verdiği karara bakılırsa, insani yardım kuruluşlarına gitmiş.



Gurbetçiler bir kez daha gafil avlandıklarını, güvenlerini ve iyi niyetlerini kaybetmenin şoku içerisinde olduklarını medya vasıtasıyla duyurdular.



Yaşanılan bunca olumsuz örnekten sonra duygu, hasret, iyi niyet yüklü bu gurbetçi kitlesinin tekrar hüsrana uğramayacaklarını kimse garanti edemez.



Belli ki kimse onlara "Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz" öğretisini söylememişti.



Oysa onların "Bizi aldatan bizden değildir" mesajından haberdar olmaları gerekmez miydi?



Şimdi onlar zor şartlar altında kazandıkları paralarından çok, giden iyi niyetlerine ağlıyorlar.



Rahmetli Naim hocanın anlattığı bir hikaye, konuyla ilgili olması açısından oldukça güzel bir örnektir.



Şöyle ki; "Zamanın birinde yöredeki ağanın dillere destan bir atı varmış, herkesin gözü bu atın üzerindeymiş, ne kadar büyük teklifler verirlerse versinler, ağa asla atını satmaya yanaşmazmış, derken at da gözü olanlar bakmışlar ki para ile bunu elde edemeyeceğiz, atı kaçırmak için tuzak kurmaya karar vermişler. Ağa bir gün atı ile gezinti yaparken, çöl ortasında susuzluktan dudakları kurumuş, yardım isteyen bir adam görür, hemen adama yanaşır, atından iner, yardıma koyulur. Ağa bu işle meşgulken, gizlenmiş olan ikinci bir adam çıkarak, ata atlar ve atı kaçırır. Ağa atın arkasından hıçkırarak ağlamaya başlar ve dövünür, bu arada ağanın yardım ettiği adam ağaya; sen varlıklı, güçlü adamsın, bir atın peşinden ağlamak sana yakışıyor mu? der. Bu laf üzerine ağa gözyaşlarını silerek, ben elbette ki giden ata ağlamıyorum, bu olay duyulurda, gerçekten çöl ortasında yardıma muhtaç biri olur, bu olaydan dolayı da ona kimse yardım etmezse diye düşündüm, hem buna, hem de giden iyi niyetime ağladım der."

 


Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK)
Adres : Cumhuriyet Caddesi Kızılay İş Merkezi Kat 3 / 2 YAKUTİYE ERZURUM Telefon : (0442) 233 38 20
Tasarım : www.e-erzurum.net