Dadaşın İsyan Ruhu; Reyhani
Erzurum'un Alvar köyünde, ahraz dillerin tercümanı olarak dünyaya gelmiş, kendisine bahşedilen ozanlık yeteneği ile hafızalarımıza Reyhanî ismini nakşederek gitmişti.
Erzurum'un bereketli kültür ırmaklarından beslenen Reyhanî, Türk halk ozanlığı geleneğinin çok önemli simgelerinden biriydi.
Asfaltsız yolun çamur yokuşu, köprüsüz yolun yıkık taşı, susuz bağlar, kuruyan dallar, garip köylünün rüyaları ile müşkül halleri, gurbete salınan gelinler, imamın sağında olanlar, camide arka safta duranlar, gafletteki zenginler, gülmeyen fakirler, birbirini kurşunlayan gençler, alt üst olan koşullar, mor koyunun otladığı dağlar, merde emreden namertler, solgun yüzlü yoksullar, cahil doğup okumadan ölenler, yeri yurdu olmayanlar, kendi çıkarına secde kılanlar, terlemeden, yorulmadan kazananlar, dertli insanlar, yolundan şaşanlar, aydınlığı bozan sahte ışıklar onun sorumluluk alanıydı.
Sazı ve sözü ile ezilmekten kurtulmak isteyenlere çareler aradı.
İstismarsız bir din, insanlık nerede ise orada olmak düşüncesi, en büyük arzusu idi.
Özetle; Âşık Reyhanî, insanlık uğruna haykıran bir sazdı.
Gaflet uykusundan uyanmayanların gözlerini açmak için bir ömür sazının tellerine vurdu söyledi.
Deli rüzgarın sürüklediği parelenmiş bulut gibi diyar diyar, gurbet gurbet sırtındaki kırık sazı ile gezerek zalimlere, haksızlıklara karşı, hakkın ve haklının yanında oldu.
Binlerce yıllık Türk kültürünün harmanladığı halk ozanlığı karakteri, Reyhanî'nin şahsında günümüze en güzel bir şekilde yansımıştı.
Çileli bir hayat yaşadı, dertsiz diyarları çok özledi, dadaşın isyan ruhunu, dadaşlık kültürü ve ozanlık ustalığı ile insanlık adına haykırdı.
Âşık Yunus'un, Pir Sultan Abdal'ın, Sümmani'nin, Erzurumlu Emrah'ın, Bayburtlu Hicrani'nin elden ele tutuşturdukları halk ozanlığı meşalesini hakkıyla taşıyarak, gönülleri tutuşturdu.
Sazından ve sözünden rahatsız olan Molla Kasımlar da az değildi.
Susturulmuş mahzun dillerin, kambur bellerin, gıdasız midelerin, yuvasız kuşların, Leyla peşinde koşan Mecnunların, temiz vicdanlarında sevgi tahtına oturmuş, aşkı gönüllere su gibi akmıştı.
Her fani gibi gök kubbe altında nefes tüketti ve yürüdü gitti.
Sitemin vurduğu, gamın tükettiği, aşk ateşinin dinmediği bir hayat sürdü.
Öz canından çok sevdiği Erzurum'dan, kırk senelik gözyaşını karasuya döküp giderken, mezarım gurbette kalır, soran olmaz demişti.
Büyük usta aramızdan ayrılalı iki uzun yıl oldu.
Bu süre içerisinde hemşehrileri olarak Âşık Reyhanî'ye olan vefa borcumuzu ödeme konusunda, vefasız bir tavır sergilediğimiz hepimizin ayıbıdır.
Verilen sözlerin, abartılan sahiplenmelerin ne kadar inandırıcı olduğu, maalesef utanç verici bir şekilde ortadadır.
Usta ölmeden önce, sanki sergilenen bu tabloyu görmüştü de "Yine mi şu bitmez yalan yine mi, yine mi boş umut, boş beyanatlar yine mi" diye haykırmıştı.
Reyhanî'yi sahiplenmek, onun fikir dünyasını anlamak ve söylediklerini gelecek nesillere aktarmakla olabilir.
Bu mirasa sahip çıkmak, bu hazineyi muhafaza etmek, elbette ki toprağının insanlarına, Erzurumlulara düşmektedir.
Mezarını Erzurum'da öremedik ama manevi mirasını Erzurum'da yaşatmak hepimizin görevidir.
Bu görevi yerine getirme gücünde ve yetkisinde olanların, taşın altına ellerini sokmalarının zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Bu ayıbı kapatmak için Alvar köyünde Âşık Reyhanî müzesinin oluşturulması, üniversite bünyesinde Reyhanî araştırma merkezinin açılması şehrin görünür bir yerine ustanın heykelinin dikilmesi, ahde vefanın güzel örneklerin olarak Reyhanî'nin ruhunu şad edecektir.
Aramızdan ayrılışının ikinci yılında Âşık Reyhanî'mizi saygı ve rahmetle anıyoruz.
"Uyuyup da bir köşede kaldıysa
Kendi çıkarına secde kıldıysa
Cahil doğdu okumadan öldüyse
Reyhanî'nin gelip gittiği yalan" |