ABD – İsrail İttifakı ve Gerçeklerimiz
Sn. Başbakan'ımız, Suudi Arabistan'daki barış görüşmelerini tamamlayıp ülkeye dönmeden, İsrail Gazze'ye kara harekatını başlattı.
Herkes, günlerce süren bombalamanın ardından, İsrail'in ateş kes yapacağını umarken, İsrail tankları ve piyadeleri, Gazze'ye doğru karadan saldırıya geçti.
Bu davranış biçimi, İsrail'in yıllardan beri sürdürdüğü imha ve sindirme politikalarından yalnızca biriydi.
1948'de kutsal topraklarda İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte, altmış yıldır, tarih aynı sahnelere tanık olmaktadır.Arkasına hamisi ABD'yi ve Avrupa ülkelerini alan İsrail'in, pervazsızca saldırganlığı ve işlediği vahşet, her defasında unutturulmakta, neredeyse İsrail'in bu cüretkar çıkışları, içten içe alkışlanmakta, altmış yıldır sahnelenen oyun, tekrar tekrar insanlığın gözü önünde sergilenmektedir.
İsrail'e karşı, uluslar arası platformlarda hiçbir yaptırımın olmaması, sadece mağdur Filistinliler için insani yardımlar gönderilmesi, dünya ağalarının İsrail'e destek politikalarının apaçık bir kanıtıdır.
Altmış yıldır İsrail vuruyor, tüm dünya izliyor şeklinde tezahür eden bu insanlık ayıbı, kısa aralıklarla devam edip gidiyor.İsrail'in yaptığı her katliamdan sonra, Birleşmiş Milletler tarafları barışa çağırıyor.Amerika patentli yöneticilerle idare edilen Arap ülkeleri, yedi yıldızlı otel ve saraylarda, barış görüşmeleri yapıyor.
İslam dünyasındaki idealist sorumlu insanlar da camilerin önünde veya miting alanlarında İsrail bayraklarını yakararak, protesto eyleminde bulunuyorlar.
Şu anda devleti yönetenlerin ve meclis çatısı altında görev yapan milletvekillerinin içerisinde, geçmiş yıllarda İsrail'i protesto mitinglerine katılanların olmadığını söyleyebilir miyiz?
Yaşanan heyecanların ve atılan ateşli nutukların, altmış yıldır derde deva olmadığını da bilmekteyiz. Hz. Peygamber'in karikatürlerinin yayınlanmasına izin veren Danimarka'yı protesto mitinglerinin neticesi ne olmuştur? O günlerde "Bu markette Danimarka malları satılmaz" diye afiş asanların, şu anda Danimarka mallarını satmadığını söylemek oldukça zor.
ABD'nin, Büyük Ortadoğu politikasının bu olaylardaki rolü inkar edilebilir mi?
Buyurun ABD'yi ve mallarını protesto edelim desek, bunu ne kadar yapabiliriz veya Doğu Türkistan'da yaşanan dramdan dolayı Çin'i ve Çin mallarını boykot etmek istesek, ne kadar inandırıcı ve başarılı olabiliriz?
Top yekûn bir yardım kampanyası başlatsak, ne kadarımız cömertçe bir yardımda bulunabiliriz?
ABD'nin referans ve desteği ile ayakta durmaya çalışan müstemleke ülkelerin, bu ateşe su serpmeleri ihtimal dışıdır.
"İhtiyarın kabadayısı ile fukaranın cömerdi olabilir mi?" sözü, acı da olsa bazı gerçekleri hatırlatmaktadır.
Türkiye'nin, Ortadoğu'da aktif rol oynayabileceği bir konumda bulunması, arzu ve temenniden öteye geçmemektedir.
Otuz bin insanını, otuz yıl içerisinde teröre kurban vermiş ülkenin insanları olduğumuzu hatırlamakta fayda var diye düşünmeliyiz.
Irak'ta bir buçuk milyon Müslüman katledilirken, sadece seyirci kalmadık mı ve yaşananları seyretmeye devam etmiyor muyuz?
Gerçekler bazen incitebilir ama Filistin konusunda hassasiyet gösterme çabalarının, reklama dönük taraflarını da hissetmiyor değiliz.
Karanlığa küfretmektense, bir mum yakma durumunda olamıyorsak, işin duygusal yönüyle tatmin olmak, ancak tribünlere oynamaktan başka ne ifade edebilir ki?
Hz. Hüseyin için gözyaşı döktüğümüzü zannederken, içimizdeki yezide mahkûm olmayalım.Bir buçuk milyarlık İslam deryasının ortasındaki altı milyonluk küçük bir adacıkla baş edilmemesi, utanç verici bir durumdur.
Muhammed ümmetine yakışmayan bu acizlik ve bu yakışıksız tablo, maalesef İslam ülkelerinin karnesini de ortaya koymaktadır.
Bunun sebebi açık ve nettir.
Bağımsız ülke olamamış, üretemeyen, kültürel erozyona uğramış, Kur-an hakikatinden uzaklaşmış, göbek bağı ile ABD'ye bağlı ve onların direktifleriyle yönetilen İslam ülkelerinin bir yaptırımda bulunması, elbette ki söz konusu olamaz.
Filistinli kardeşlerimiz için yıllardan beri somut adımlar yerine, hamasi nutuklarla, duygusal yaklaşımlarda bulunmamız, İsrail saldırılarını durdurmaya yetmemektedir.
Son günlerde yaşanan bu vahşeti, samimi Müslümanlar ve vicdan taşıyan insanlar içtenlikle kınarlarken, siyaset panayırında, siyasete soyunmuş, hemen hemen her adayın ağzında Gazze'deki olayları telinle başlayan konuşmaları da reklam kokan, samimiyetten uzak yaklaşımlar olarak algılamaktayız.
Filistin'de yaşananlar, her zaman olduğu gibi iç politika malzemesi olarak, siyasiler tarafından kullanılmaya başlanmış bulunmakta.
Bu olaylar göstermektedir ki asıl çaresiz ve güçsüz olanlar, Filistinliler değil, İslam dünyası ve insanlıktır.
"Kahrolsun İsrail" demekle, İsrail'in kahrolmadığına, altmış yıldır tanık olmaktayız.
"Nerede Müslümanların ittifakı, nerede insan hakları" diye, beyhude arayışlarda bir netice vermediğine göre, sorun "Kimde ve nerede" diye sormak durumunda değil miyiz?
Dünyanın en zengin ülkeleri ve en paralı insanları Müslüman coğrafyasında olmasına rağmen, Somali'de, Bangladeş'te, Filistin'de, açlık ve sefalet çeken Müslümanların bulunması ve zulüm görmesi, ne büyük bir çelişkidir.
Dini; siyasetlerine alet edip, dış destek ile ülkelerinin yönetimlerini ele geçiren zihniyetlerin, sorgulanması ve telin edilmesi de gerekmez mi?
Amerika güdümlü ehlileştirilmiş bir din anlayışı ile yönetilen Arap ülkeleri, yedi yıldızlı oteller zinciri yapmaya devam ederek, herhalde bu sorunu çözemezler.
Bugün; Ortadoğu'daki ateşi söndürecek politikaları, İsrail ve ABD'nin engelleyeceğini herkes bilmektedir.
Elimizle ve dilimizle bu vahşeti önleyemiyor, kalbimizdeki buğuz ile ancak yetiniyoruz.
Bunun da ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. |