Acımız Kerbela
İnsanları; doğruya, güzele, barışa, sevgiye, adalete yöneltmek için gönderilen Peygamberlerin, çile ve ıstırap dolu yaşam öykülerini, tarih bizlere söylemektedir.
Peygamberler silsilesinin en son halkası olarak "Çöle inen nur" diye ifade edeceğimiz efendimizin, meşakkatle dolu hayatını, onu tanımakla şereflenenler yakından bilmektedirler.
Mekke'nin öksüzü olarak büyüdü, baba ocağından, vatanından sürgüne gitti, aç kaldı, taşlandı, hakir görüldü, evlat acısı tattı, bir beşerin çekebileceği tüm ıstırapları yaşadı.
Dünyadan ayrılırken, tebliğ etmekle görevli olduğu dinin, temel felsefesi olan sevgi ve barış tohumlarını yeryüzüne ekerek, aramızdan ayrıldı.
Onu bilip ve tanıyanların, kalplerine ve gönüllerine sonsuza dek yerleşti.
Kızı Fatıma, onun için çok büyük bir önem taşıyordu.
Fatıma'da gördüğü hikmet ateşinden dolayı, o içeri girdiğinde ayağa kalktığı bile oluyordu.
Rabbi onu terbiye etmişti ve onu güzel ahlakı tamamlaması için görevlendirmişti.
Fıtraten merhamet ve şefkat üzerine yaratılmıştı, yaratılanı; yaratandan dolayı çok severdi.
Kızı Fatıma'nın çocukları, Hasan ve Hüseyin'e olan sevgileri ise sevgiden de öteydi, onlara "Evlatlarım, göz bebeklerim" derdi.
Hasan göğsünden yukarı, Hüseyin ise göğsünden aşağı efendimize benzerlerdi, günümüz teknik tabiriyle, Allah Resulünün genetik kodlarını ve kanını taşıyorlardı.
Sağlığında "Benden sonra hilafet otuz yıldır" demişlerdi, öyle de oldu.
Saltanat, siyaset ve menfaat; ilkelerin, ideallerin, heyecanların, takvanın, sadakatin önüne geçmişti.
Hz. Ali ve Muaviye arasında başlayan kavgalar, bunun ilk işaretlerini veriyordu.
Yıllar sonra bize konu ile ilgili yorum yapanlar "Hz. Ali haklıydı, Muaviye'de haksız değildi" derlerken, sorunu kaçamak cevaplarla izah etmeye çalışıyorlardı.
Hz. Ali, kafir oldu diye şehit edilecek, oğulları Hz. Hasan ve Hüseyin'de bu korkunç siyaset entrikalarının kurbanları olacaklardı.
Hz. Hüseyin, bir avuç yakın çevresi ve çocukları ile birlikte Kerbela'ya doğru giderken, şeytanın yandaşları planlarını yapıyorlardı.
Çoğunluğu kadın ve çocuk olan bu küçük topluluğun etrafını sardılar, kızgın çöl güneşi altında susuz bıraktılar, onların bu çaresiz hallerini gururlanarak seyrettiler.
Allah'tan korkmadılar, Peygamber'in aziz hatırasına saygı göstermediler, kuldan utanmadılar, onlar hayvanlardan da daha aşağı mahlûklar gibiydiler.
Hz. Hüseyin "Ben ve ailem Allah Resulünün emanetleriyiz" demesine rağmen, aldırmadılar.
Bazıları "Kalbimiz seninle, kılıçlarımız ise Yezid'le birlikte" diyecek kadar, ahlaksızca cevap verdiler.
Niyetleri belliydi, aç sırtlanlar gibi o temiz nesilin son numunelerine saldırdılar, nasıl da kıydılar, nasıl da elleri gitti, o saçları, o yüzü, Peygamber okşayıp koklamamış mıydı?
Hz. Hüseyin'in başını gövdesinden ayıracak kadar iğrençtiler.
Oysa Hz. Resulullah'ın hatırasına hürmeten, tıraş olurken kesilen sakal ve saçları bile atılmaz saklanırdı.
Din adına, siyasetin ilk fitne tohumları Kerbela'da atılmış ve mümin yüreklere ateş düşmüştü.
O günden bugüne, Kerbela'da Hz. Hüseyin ve ailesine yapılan zulüm İslam dünyasının kanayan yarası olarak, günümüze kadar dinmeyen bir acıyla gelmektedir.
Böyle bir vahşeti işleyenlerin, Müslüman kimliği taşımaları ise işin en vahim tarafı olarak hafızalara kazınmıştır.
Savaş anında "Çocuklara, yaşlılara, kadınlara, ağaçlara, din adamlarına dokunulmayacak" öğretisini ümmetine öğreten Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin ile çocukları, eşleri ve akrabalarının ayırt edilmeden katledilmeleri, o günden bugüne İslam dünyasında lanetle telin edilmektedir.
İslam tarihinin en utanç verici sahnesi olan Kerbela olayı, hasbi düşüncenin, vahşi düşünce tarafından nasıl yok edilmek istendiğinin en bariz örneği olarak, günümüze kadar tazeliği ile gelmiştir.
Dini kendi çıkar ve siyasetleri için kullanıp, hilafeti saltanata çeviren Emevi anlayışını, tarihin farklı kesitlerinde değişik isimler altında görmekteyiz.
Şirkin, din kispesi altında varlığını sürdürmesi ise baş edilmesi en zor düşman olarak kabul edilmektedir.
Dinde hassaslık gösteren, akıl ve mantaliteden uzak, Kur-an ahlakından nasibini almayan soysuz yaklaşımların, dine verdiği tahribatı, dünyanın en güçlü silahlarının bile yapamayacağını bilmekteyiz.
Kerbela'da vahşeti işleyen zalimlerden biri, yıllar sonra Kabe'yi tavaf ederken, üzerine konan bir böceği öldürür, yaptığı işin ibadetine zarar verip vermediğini öğrenmek için Kadı'ya başvurur ve olayı anlatır.
Kadı'nın; "Ey Allah'tan korkmaz zalim, Kerbela'da kıydığın canlar için bir vicdan azabı duymazken, küçük bir böceği öldürmeden dolayı hassasiyet göstermen, nasıl bir alçaklıktır?" şeklinde verdiği cevap, oldukça manidar ve her şeyi özetlemeye yetecek seviyededir.
Kerbela'da yaşanan olay; zalim ile mazlumu, hak ile batılı, şeytani düşünce ile rahmani düşünceyi yansıtması açısından, oldukça önemli bir ibret tablosudur.
1329 yıl önce Kerbela'da yaşanan acı, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisini kalplerinde yaşatan Sünni ve Şii Müslümanlar tarafından asla unutulmayacak, bu vahşeti yapan zihniyet ise her zaman lanetle kınanacaktır.
Selam olsun Hz. Resulullah'a ve onun Ehl-i Beyt'ine, yazıklar olsun onun aziz hatırasına gölge düşürenlere |